www.mertsuslu.tr.gg
 
KONULARIMIZ İLE İLGİLİ LİNKLER  
  -ANA SAYFA-
  9. BEYIN GIDALARI
  10. BEYIN GUCU ICIN-BESIN TABLOSU
  11. BEYIN HAKKINDA MERAK EDILENLER
  12. BEYIN ICIN GEREKLI GIDALAR
  15. BEYNIMIZ HAKKINDA BAZI GERCEKLER
  16. BEYNIN COZULEMEYEN 10 SIRRI
  17. Beynin İhtiyacı Gümüş İyonu
  18. BEYNINIZ HANGI RENK
  20. CHI ENERJISI HERYERDE
  21. CHI GONG EGZERSIZI
  22. CHI GONG SISTEMLERI
  23. DC MOTOR YAPISI
  24. DUSUNCENIN TEMEL TASLARI
  25. EGITIM VE GELISTIRME SETLERI
  26. ELEKTRONIK ARSIVI
  27. ENDÜSTRİYEL ROBOTLAR
  28. ENGLISH
  29. EVREN NE RENKTIR
  32. GEZEGENLERIN INSAN USTUNDEKI ETKISI
  33. GUNES ENERJISINDEN ELEKTRIK ELDE ETME
  34. HAFIZA EGITIM SETI
  35. HAFIZA KUTUPHANESI
  36. HAFIZA VE ELEKTRIK AKIMI ILISKISI
  37. HERSEY DUSUNCEDE BASLAR
  38. HIZLI OKUMA
  39. HIDROJENIN ELDE EDILMESI
  40. HİPER UZAY NEDİR
  41. ISIKTAN DAHA HIZLI BIR GUC
  43. KAOS VE KELEBEK ETKISI
  44. KITAP KATALOGU
  45. Konsantrasyonu Arttiran Yiyecekler
  46. MANYETIK ALAN TEDAVISI
  47. MANYETIK ALANLAR
  48. MEDITASYON TEKNIKLERI
  49. MERIDYENLER
  51. Motivasyon icin 20 Önemli Ders
  52. MUTLULUK ICIN KISISEL GELISIM KURALLARI
  53. Naquadah Nedir?
  54. OZGUVEN GELISTIRME TEKNIKLERI
  55. PARALEL EVRENLER
  56. PIRAMIT ENERJISI
  56. PIRAMIT ENERJISI-INGILIZCE KAYNAK
  58. PISISIK YETENEK TESTI
  59. QI GONG (CHI KUNG)
  61. Ruzgar Turbini Yapısı
  62. SARKAC KULLANIMI
  65. SIPARIS VE HESAP BILGILERI
  66. SUGILIT
  68. SUPTIL ENERJILER
  68. SÜPER SİCİM TEORİSİ
  69. SASIRTAN GERCEKLER
  71. TELEKINEZI ÖĞREN
  72. TELEKINEZI TARIHI
  73. TELEPATI
  74. UFO TEKNOLOJISI
  77. VIDEO ARSIVI
  78. VUCUTTAKI ELEKTRIK AKIMI TESTI
  80. Wraith Enzimi
  81. YENILENEBILIR ENERJI KAYNAKLARI
  83. ZIHIN KONTROLU
  84. ZIYARETCI ISTATISTIKLERI
  MANYETIK ALAN SAG EL KURALI
  63. Sıfır Noktası Modülü (SNM)
  79. WARP HIZI NEDİR ?
  STRES AZALTMANIN 40 YOLU
  SIRADISI YAPILAR
  EVREN-UZAY-SONSUZLUK
  Fazla Şeker Beyin için Zararlı
  BEYNE ZARAR VEREN ALISKANLIKLAR
  UFO DOSYASI
  UFO TEKNOLOJISI VE HITLER
  ILETISIM
  Neden İlkokulu zor bitirmiş bazı işadamları, ünlü profesörlerden fazla para kazanırlar?
  ÇİN DEKİ TÜRK PİRAMİTLERİ
  RE-İKİ NASIL YAPILIR
  BEYNİ GÜÇLENDİRMEK İÇİN 20 MADDE
  BEYINDE RENK VARMI ?
  SUYUN BEYİN İÇİN ÖNEMİ
  Çakra Meditasyonu
  Forum-BEYİN EĞİTİMİ VE GELİŞTİRME MERKEZİ
  Haberler
  DÜŞĞNCE GÜCÜ İLE TEDAVİ
  KUANTUM FİZİĞİNE GÖRE GÖZLEMCİ KİMDİR
  KALORİ CETVELİ
  PERİODİK ELEMENT TABLOSU
  MADDENİN BAŞLANGICI
  Beyin öyle bir güçtür ki...
  Yunuslar İnsanlar Kadar Zeki Olabilir mi?
  Aşırı Korumacılık Çocuğun Beynine Zarar mı veriyor?
  SIPARIS HATTI
  AZTEKLER
  FENİKELİLER' E NE OLDU ?
  Kelebek kanatlarindaki harf ve rakamlar
  Elektronik Çöpler
  Daha İyi Öğrenmek İçin Bol Bol Rüya
  Manyetik Alan, Ahlaki Yargılama Yetisini Etkiliyor!
  Sigara ve IQ
  ŞEKER HASTALARI İÇİN YİYECEK DEĞİŞİM LİSTESİ
  DOWNLOADS
  YUZYILIN FELSEFE BILMECESI COZULDU :-)
  SONSUZ SAYILARIN OKUNUSLARI
  İNTERNETTEN PARA KAZANMAYI ÖĞREN
  DUYGULARIN BEDENE ETKİSİ
  UNUTKANLIĞA KARŞI ETKİLİ FORMÜLLER
  Google Optimizasyon
  IŞIK VE UZAKLIK
  Nikola Tesla
  BEYİN GUCU İNDEX
  SPONSOR LINKLER
  MUCİZEVİ SIVI KAN VE KALP
  LINK MERKEZI
  Linkler
  Carl Sagan'ın Kozmos'unu Online İzleyin
  Kavramsal Algılamalar
  Yabancı Aksan, İnanılır Olmayı Zedeliyor!
  ŞİFACILIK SİSTEMLERİNDEN REİKİ
  Yaşar Nuri Öztürk kimdir
  Wikileaks' ten Son yazılar
  Mucize Mineral Solüsyonu
  WEB-Siteni Ekle
  Düşünce Gücü İle tümörü yenmek
  HOST-DOMAIN-REKLAM
  Yasaklı sitelere girme ve OpenDNS
  Neo Spiritualism
  Refleksoloji Mucizesi
  Cep telefon kulaklıkları vücuda etkiyi azaltıyor mu?
  Spatyon Nedir ?
  Köşe Yazıları
  VERİMLİ DERS ÇALIŞMA YOLLARI
  YOGA NEDİR ?
  Web Master Bölümü
  En iyi Hosting
  En Aktif Siteler
  Modüller
  EĞİTİM SETLERİ
  html
  Yeni Facebook Sayfamız
Copyright Mert Suslu www.mertsuslu.com www.mertsuslu.tr.gg www.mertsuslu.net.tc
56. PIRAMIT ENERJISI

Buradaki Başlat Tuşundan Videoyu başlatıp izleyebilirsiniz.,
iyi seyirler....

 Gizemli pramit enerjisi Videosu



ÇİNDE ESRARENGİZ BİR ŞEKİLDE SAKLI TUTULAN
TÜRK PİRAMİTLERİ


TARİH TÜRKLERLE BASLAR



Piramitler sırlarını halen korumaya devam eden devasa yapılardır. İnsanlarda hayranlık uyandıran, büyük bir gücün sembolleridirler adeta. O kadar büyük ve mükemmel inşa edilmişlerdir ki, insanoğlu bu yapıların o kadar eski bir zamanda insan eliyle bu kadar mükemmel olarak inşa edilemeyeceğini bile düşünmektedir. Bu nedenle de onları, kimileri uzaydan gelen varlıkların yaptıklarını, kimileri de Tanrısal bilgiye sahip, insanlar arasında yaşamış ama Tanrısal özellikleri olan insanlar tarafından yapıldığını iddia etmişlerdir.

İşte Mısır piramitleri hakkında söylenen, ancak ne derecede doğru oldukları konusunda bir kesinlik bulunmayan, gizemlerden bazıları:

- Her biri 20 ton olan taşlardan inşa edilmiştir ve bu taşları temin edilebilecek en yakın mesafe yüzlerce kilometre uzaklıktadır. Bu taşların nasıl getirildiği konusunda kesin olmayan farklı varsayımlar bulunmaktadır.

- Piramit, kimin adına yapıldıysa, onun bulunduğu odaya, yılda sadece 2 kez güneş girmektedir. (doğduğu ve tahta çıktığı günler)

- Mumyalarda radyoaktif madde bulunduğundan mumyaları ilk bulan 12 bilim adamı kanserden ölmüştür.

- Piramitlerin içerisinde ultra sound, radar, sonar gibi cihazlar çalışmamaktadır.

- Kirletilmiş suyu, birkaç gün Piramit'in içine bırakırsanız; suyu arıtılmış olarak bulursunuz.

- Piramit'in içerisinde süt, birkaç gün süreyle taze kalır ve sonunda bozulmadan yoğurt haline gelir.

- Bitkiler Piramit'in içinde daha hızlı büyürler.

- Piramit'in içine bırakılmış su, 5 hafta süreyle bekletildikten sonra yüz losyonu olarak kullanılabilir.

- Çöp bidonu içindeki yemek artıkları, hiç koku vermeden Piramit içinde mumyalaşır.

- Kesik, yanık, sıyrık gibi yaralar büyükçe bir Piramit'in içinde daha çabuk iyileşme eğilimi gösterir.

- Piramitlerin bazı odalarının içinde ne olduğu hakkında bir bilgi yoktur; araştırmacıların çoğu, ya içinde kayboldular ya da aynı yerde birkaç tur attılar, fakat içlerini göremediler.

- Piramitlerin içi yazın soğuk kışın sıcak olur

- Büyük Piramitin açıları, Nil 'in delta yöresini iki eşit parçaya bölerler.

- Gize'deki üç piramit aralarında bir Pisagor üçgeni olacak şekilde düzenlenmişlerdir. Bu üçgenin kenarlarının birbirlerine göre oranı 3:4:5'dir.

- Büyük Piramitin tabanının yüzeyi, anıtın yarısının iki katına bölündüğünde pi=3,14 sayısı elde edilir.

- Büyük Piramitin dört yüzeyinin toplam yüzölçümü, piramit yüksekliğinin karesine eşittir.

- Büyük Piramit, dünyanın kara kitlesinin merkezinde yer alır.

- Büyük Piramit, dört ana yöne göre düzenlenerek inşa edilmiştir.

- Piramit dev bir güneş saatidir. Ekim ortasıyla Mart başı arasında düşürdüğü gölgeler mevsimleri ve yılın uzunluğunu gösterirler. Piramiti çeviren taş levhaların uzunluğu bir günün gölge uzunluğuna eşittir. Bu gölgelerin taş levhalar üstünde gözlenmesiyle günün 0,2419 bölümünde yılın uzunluğu yanlışsız olarak saptanabiliyordu.

- Büyük Piramit 'le dünyanın merkezi arasındaki uzaklık,Kuzey kutbuyla arasındaki uzaklığa eşittir ve kuzey kutbuyla dünyanın merkezi arasındaki uzaklığa eşittir.

- Piramitin yüksekliğiyle, çevresi arasındaki oran, bir dairenin yarı çapıyla çevresi arasındaki oranın dengidir.Dört kenarlar dünyanın en büyük ve çarpıcı üçgenleridir.

- Gize'den geçen boylam, dünyanın denizleriyle anakaralarını iki eşit parçaya böler. Bu boylam ayrıca, kara üstünden geçen en uzun kuzey-güney yönlü boylam olup, bütün yer kürenin uzunluğuna ölçümünde doğal sıfır noktasını oluşturur.

- Büyük piramitin tepesi Kuzey kutbunu, çevresi ekvatorun uzunluğunu temsil eder. Ve iki uzunluk aynı mikyasa uygunluk gösterir.

Dünya üzerindeki belli başlı piramitler:

Şu ana kadar hiçbir piramidin bütün bilgileri deşifre edilebilmiş değildir.Yapılan araştırmalar her gün yeni bir özelliklerini ortaya çıkarmaktadır. Bu arada, bazı art niyetli kişi yada gruplar ise, piramitlerin muhteşemliğini kendi özel düşüncelerinin ürünü gibi yansıtmaya çalışarak, durdukları yerde rant sağlama peşindedirler.

Bizim inancımıza göre ise, eğer yeryüzünde üst üste konmuş iki taş varsa, bunu mutlaka insanlar yapmıştır. Çünkü insanoğlu Tanrının kendisine verdiği akıl nimetiyle hayal edebildiği her şeyi bir gün gerçekleştirebilmektedir. Konuya bu açıdan baktığımızda, yani; piramitlerin insanlar tarafından yapıldığını kabul ettiğimizde, bu devasa yapıların tarihi sürecini izlemeli, her aşamasını incelemeliyiz. Ancak bunu yaptığımızda gerçekçi sonuçlara ulaşabiliriz. Bunu yapabilmek için de dünya üzerinde yer alan piramitlerin tarih sırasına göre sıralanması, bir piramitler kronolojisi yapılması gerekir. Bunun içinse piramitlerin yapım tarihlerinin bilinmesi gerekir. Buna göre, yeryüzündeki piramitleri şöyle sıralayabiliriz:

-Mısır piramitleri
-Sümer Piramitleri (Zigguratlar)
-Orta Amerika’da yer alan Maya, İnka, Aztek piramitleri
-Orta Asya’da yer alan Türk piramitleri

Hiç kuşkusuz bunların dışında da dünyanın çeşitli yerlerinde küçük ölçekli bazı piramitlere rastlanmaktadır.Ancak, topluca bir bölgede yer alan ve belli bir kültürün ürünü oldukları anlaşılan piramitler yukarıda saydıklarımızdır.

Yukarıda sıraladığımız piramitlerin yapım zamanları hakkındaki ortalama tarihler ise şöyledir:

-Mısır piramitleri :M.Ö. 3000
-Sümer piramitleri:M.Ö. 4.500
-Maya piramitleri :M.Ö. 4.500
-Türk piramitleri :M.Ö. 4.500 (Bize göre bu tarih en az M.Ö.10.000)

Bu tarihlerden Mısır ve Sümer piramitleri ile Maya piramitleri hakkında verilen tarihler, yapılan araştırmalar ve elde edilen bilgiler doğrultusunda verilmiştir. Ancak, Türk piramitleri hakkında verilen tarih tamamen hayalidir. Çünkü Türk piramitleri şu anda sadece uzaktan çekilmiş resimleri ile gündemdedirler. Bırakın üzerlerinde detaylı bir araştırma yapmayı, yakınına sokulmak bile yasaklanmıştır.(Eğer söylenenler doğruysa! Bu konuda Çin Halk Cumhuriyeti Elçiliğinin veya doğrudan Çin hükümetinin bilgilendirmelerine açığız.) Dolaysıyla da bu piramitler hakkında tarih belirtmek için çok erkendir.

Eğer bu piramitlere bir tarih belirleme konusunda araştırma yapacak isek bu araştırmanın temeli Hunlar , Hiong Nu’lar vs. değildir. Bu araştırmanın temeli Bütün Asya kıtasını kapsayan Büyük Uygur Türk İmparatorluğu dönemidir. Bu imparatorlukla ilgili tarihlendirmeyi ise Çinliler kendileri yapmışlardır. “Çin efsaneleri Uygurlar’ın 17.000 yıl önce medeniyetlerinin zirvesinde olduklarını anlatır. Bu tarih jeolojik fenomenlere de uygunluk göstermektedir.”[1]

DEVASA HEYKELLERiMiZ




Bilindiği üzere, Mu kıtasını batıran büyük depremler ve tufan sırasında Büyük Uygur İmparatorluğunun doğu kesimi de büyük ölçüde tahrip olmuştur. Bugün Gobi çölünde en az 15 metrelik kum tabakasının altından çıkarılan eserler gerçektende tek kelime ile muhteşem olarak ifade edilebilmektedir. Bu eserler üzerindeki resimler ve yazılar ise Mu Uygur ilişkisini açıkça gözler önüne sermektedir. Uygur Türk İmparatorluğu kültür sahası çok büyük bir medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Bugünkü Çin’in tamamına yakını da bu Türk kültür sahası içinde yer almaktadır.

Bu durumu dikkate aldığımızda, Xi’an kenti yakınlarında bulunan 100 kadar piramitin de kimler tarafından ve hangi tarihlerde yapılmış olduğu hakkında bir kanaate ulaşabiliriz. Kanımızca bu piramitler Büyük Uygur Türk İmparatorluğu zamanında yapılmış piramitlerdir. Yıpranmışlıkları da dikkate alınırsa, yapım tarihleri M.Ö. 4000-5000değil, ancak M.Ö.5000 ila 15.000 tarihleri arasında bir tarihle tarihlendirilebilir. Çünkü o dönemler Büyük Uygur Türk imparatorluğunun medeniyetinin zirvesinde olduğu dönemlerdir.

Gerçek sonuçlara ulaşmak ise ancak, bu piramitlerin uluslar arası bilim kurumlarının ve gerçek bilim adamlarının incelenmesine açılmasıyla mümkündür. Biz Çin’in, bu piramitlerde kendi çapında araştırmalar yaptığını ve bu eserlerin kendi kültürüne ait olmadığını görünce bu yasaklamayı getirdiğini düşünüyoruz.

Bu arada, Çin tarihini inceleyenler, bugün Çin sınırları içinde yaşayan halkların hangi kökenden geldiğini ve hangi ortak kültürün içinde yoğrulduklarını da incelemelidirler. Çin’de kurulan medeniyetlerin ne kadarının bugünkü Çine ait olabileceği o zaman daha iyi anlaşılır düşüncesindeyiz.

çin


İlk insan mumyalama tekniğini mükemmel bir şekilde uygulayanlar Altay Türkleridir.(Mısır medeniyetinden yüzyıllarca önce) Uygur bölgesinde bulunan,Mısır piramitlerinden yüzyıllarca önce yapılan ve Mısır piramitlerinden daha yüksek/büyük olan piramitleri yapan Türklerdir.Çin hükümeti buraya girişi tamamı ile yasaklamıştır.Çünkü bu piramitlerin içinde proto-Türk yazılar mevcut.Arkeologların dahi girişine kati surette izin verilmiyor.Çünkü dünya tarihinin tekrar yazılması gerekebilir.

ORTA ASYADAKİ TÜRK PİRAMİTLERİ




Bugün çin sınırları içerisinde yer alan, xian şehrine 100 km uzaklıkta qin ling shan dağlarında Ön-Türk uygarlıklarından birisi tarafından inşa edilmiş, etrafında irili ufaklı 100 adet piramitle beraber, 300 metre yüksekliğinde bir piramit bulunmaktadır; BEYAZ PİRAMİT
Beyaz Piramit’in ikinci dünya savaşı sırasında çin’e yardım malzemesi götüren bir C-54 uçağından çekilen fotoğrafı 1957 yılında ilk kez life dergisinde yayınlanmıştır.
Bu piramitleri araştırmak üzere 1994 yılında şensi bölgesinde bir araştırma gezisi yapan alman bilim adamı hartwig hausdof kendi koleksiyonundan birkaç resmin halka açılmasına izin vermiştir. hausdorf’a göre piramitlerin yapım tarihi en az M.Ö. 2500’ler civarındadır.
Bölge çin tarafından yasak bölge ilan edilmiş olduğundan dolayı piramitler içerisinde bulunan mısır medeniyetinden çok ileri bir teknikle mumyalanmış olan cesetler ve Ön-Türkçe yazıtlar üzerinde araştırma yapılamamaktadır.

Piramitlerin ebat,orijinal şekil ve büyüklükleri ,dikkat çekmemesi açısından çin hükümeti tarafından maksatlı olarak tahrip ve kamufle edilmiştir.Piramitlerin üst tarafları kesilmiş ve üstleri toprakla doldurulup, kamuflaj amacıyla ağaçlandırılmıştır .




Çin’deki Türk Mumyaları

Ceviz Kabuğu Progamın’a katılan (İzleyici telefonu) Halil Şıvgın (Eski “Sağlık Bakanı” demiş ki:

“1984 yılında ben Çin’i ziyaret ettim, Çin’i ziyaretim sırasında Turfan’a götürdüler. İlk defa Turfan’a giden Türk heyetinin mensubu olmakla da gerçekten gurur duyuyorum. Orada bizi gezdirirken mumya bulduklarını söylediler ve biz mumyaları gördük. O gördüğümüz mumyaların Mısır’daki mumyalardan çok farklı olduğunu ifade ettiler, yani teknoloji olarak, yapımı olarak Mısır’daki mumyaların önünde olduğunu.

Daha sonra aradan yıllar geçti, bir televizyon kanalında bu konun tartışılmakta olduğunu gördüm. Gerçekten bilimsel olarak, gidilmiş, Mısır mumyalarıyla Turfan’daki mumyalar arasında bir kıyaslama yapılıyor. Bu kıyaslamada, Turfan mumyalarının… …Ben orada kadın mumyaları gördüm, çocuk mumyaları gördüm, erkek mumyaları gördükm, fakrlı şeylerden. Ve o sırada, hatta bir tanesinde yeterince koruma yapılmamış, bozulmaya başlamılştı müzede gördük onları.






Bu mumyalardaki üstünlüğü bilim adamları ortaya koymaya başladılar. Bilim adamlarının ortaya koydukları bir gerçek var ki, ilk defa mumya kültürünün Türkler’den geliştiği ortaya çıkıyor. Bundan dolayı da ben şimdi iştirak ediyorum. Yani ben bilim adamı değilim, ama bizim bilim adamlarımınızın bu olayın üzerine ciddiyetle eğilmeleri gerekiyor. Eğer Mısır’daki mumya kültürü olduysa, var idiyse geçmişte, onun etrafında da bir kültürün olması lazım. Mısır’ın etrafında mumya kültürüyle ilgili herhangi bir şey yok. Afrika öbür taraf, bu tarafta da yine böyle bir kültür yok. Dolayısıyla, Orta Asya’dan o bölgeye giden Türkler’in varlığı söz konusu olabilir…”

Ben bir katkıda bulunmak istiyorum bu mumyalar konusunda Urumçi mumyalarını söz konusu etmiştir, tabii ki çok önemli. Bakın, buradaki Urumçi’de teşhir edilen mumyalardan ilk birincisi 44 yaşında ve Milattan önce 1000, yani günümüzden 3000 yıllık. Bir başkası gene 1600, en yaşlı olarak da işte bu “Lolan” denilen bayan mumyası var, Doğum’dan önce 2000 bu, yani 4000. Şimdi en büyük özellii iç organlarının çıkartılmamış olması. Başka ?.. Şu andaki mumyaların durumu Mısır mumyalarına nazaran çok daha iyi olması… İleri teknolojide bir mumyalama sistemi öyledir, uygulanmıştır. Dahası, bir mumyanın üzerinde ameliyat izi var, at kılıyla dikilmiş. Amerika doktorların tespiti, dünyada ilk ameliyat veya operasyonlardan bir tanesi olarak kabul ediliyor. Dahası var; burada kumaş ekose ve boyalı ve Doğum’dan önce 2000′i konuşuyoruz, günüzmüden 4000 sene öncesini konuşuyoruz.


Türk Bilim adamı Kazım MİRŞAN yaptığı araştırmalarda Ön-Türk uygarlıkları tarafından OT-OĞ olarak isimlendirilen Ön-Mısır’a M.Ö 3000 Yıllarında Doğu Anadolu’dan Isub-Ög yazısının gittiğini tespit etmiştir. Kazım MİRŞAN’ın bugüne kadar anlamı çözülemeyen 184 adet mısır hiyeroglifini Ön-Türkçe olarak okumuş olduğu ve mumyalama tekniklerinin yine M.Ö. 3000′li yıllarda Altaylarda geliştirildiği düşünülürse Piramit inşa teknolojisinin Eski Mısır’a Ön-Türk Uygarlıkları tarafından öğretildiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Tüm İnsanlık tarihini değiştirerek; MEDENİYETİN ASIL YARATICISININ TÜRKLER OLDUĞU SONUCUNU DOĞURAN bu olağanüstü keşif batılı bilim adamları(!) tarafından ısrarla görmezlikten gelinmekte ve insanlığın bilgisinden daha uzun süre saklanması mümkün olmayan bu piramitleri başka bir uygarlığa mal etmeyi amaçlayan maksatlı çalışmalar yapılmaktadır.



MAYA UYGARLIGI VE GIZEMLI YASANTILARI SEYTAN AYINLERI

MAYALARA NE OLDU

Yüzyilin basindan beri bilim adamlari Mayalar'in kim olduklarini, nasil yasadiklarini, ve uygarliklarinin bir anda neden yok oldugunu arastiriyorlar. Bu garip uygarlik MS 300'lerde dünyanin en gelismis uygarligiydi ama dünyanin günesin çevresinde 365 günde döndügünü bile bilen Mayalar tarihin en kanli kasaplariydilar ve yemeklerini dahi yarim birakarak birden yok oldular. Mayalar'in bilimi ve kültürü vardi, onlara bu bilgiyi kim ögretmisti?.


Isik ve sihir
Her yil ilkbahar ve sonbaharda, turistler, El Kastide Chicken Itza'nin etrafinda toplanip, günes Isiginin yavas yavas piramidin merdivenlerinden yükselip muhtesem iki iblis basinin taban oymasini izliyorlar. Bu piramit, yaradilis ve dönüsümün kudretli tanrisina, Kukulcan'a ithaf edilmistir. Piramitte 4 merdiven ve her merdivende 91 basamak bulunur. En tepedeki platformla birlikte bu basamaklar 365 adettir. Bu günese göre hesaplanan yila esittir ve Mayalar'in astronomide ileri olduklarini gösterir. ?blislerin baslari, dinsel ayinlerde kurban edilmis insan kemiklerinin ve onlarin altin mücevherlerin bulundugu dogal bir kuyuyu isaret etmektedir.


Guetamala ormanlarindaki, kan kirmizi rengindeki piramidin önünde, büyük bir kalabalik saatlerdir ayakta bekliyordu. Kimse kipirdamiyordu; tüm gözler, piramidin dorugundaki atalarin bilgileriyle dolu süslü kafatasindaydi. Kalabalik kralin hareketlerini göremiyor fakat dinsel bir ayin oldugunu anlayabiliyordu. Kral yanardagda olusan keskin taslari alip penisini delecek ve sonra yaranin üstünü bir iple baglayip; kanin agaç kabugundan yapilmis kaba akmasini saglayacakti. Daha sonra bunu alip, bir ates yakacak, bu atesten yükselen duman araciligiyla iblisle konusacakti. Ve Kral, ortaya çikti pestemalinin altindan kanli elini göstererek, atalarinin mesajim daha öncelerde de oldugu gibi yine haykirdi; "Savas için hazirlanin" Kalabalik, nese içinde tekrarladi. Artik kan dökme zamani baslamisti.



KAN HASADI
Eski Maya toplumunda politik ve dini olaylar, korkunç kan dökme ayinlerinin nedeniydi.


Savas, onlarin yasamiydi
Mayalar kimdi? inanilmaz büyüklükteki piramitleri Amerika'nin ortasina insa eden ve sonra birdenbire terkedip kaybolan bu insanlar kimlerdi? Neden o garip dinsel kurallara inaniyorlardi? Bu sorular bugüne kadar sayisiz bilim adaminin zihnini kurcaladi. 150 yil geçtikten sonra Mayalar daha anlasilir olmaya basladilar. Artik, Mayalarin MS. 250-900 arasinda yasadiklarini, dönemlerinin en gelismis yazi sistemini bulduklarini, matematikle ilgilendiklerini , astrolojik takvimler olusturduklarini ve piramitler insaa ettiklerini biliyoruz. Bugüne örnek olacak mimari örnekler bulundu, insaatlarini, yagmur ormanlarina zarar vermeden belli zamanlarda yapiyorlardi. Mayalar dogalligin bozulmamasi için bize iyi bir ders vermislerdir, Güney Belize'nin orman kapli daglarinda; yeni bulunan dört Maya kenti gösteriyor ki; Mayalar buralarda yasamaktan kaçinmislardi, iste buralari 900'lü yillarda yokolan Mayalarin toplumsal yasamlari hakkinda henüz çözülememis bir çok soruya isik tutacaklardi. "National Geographic" yazarlarindan arkeolog George Stuart; "Her sabah uyandiginida Maya'lar hakkinda ne kadar az sey bildiginiizi düsünüyorum, bu tropik iklimde nasil yasadiklarinin %1 ini ancak biliyoruz" diyordu. Kisitli imkanlara ragmen, arkeologlar, sanat tarihçileri, yazit uzmanlari, antropologlar, cografyacilar, ve dil uzmanlari yillardir Mayalarin pesinde. Ortada, "Mayamanik" bir durum var; Tennesse Üniversitesi arkeologlarindan Arthur Demarest son 4 yildir Kuzey Guetemala'da Maya kenti Dös Pilas'i inceliyor. Demarest'e göre ormanin içinde kayip kentler var; buralarda çözümlenemeyen yazitlar bulunuyor ve bu yazitlar Mayalarin ani yok olusunu açiklayabilir. Ortaya çikan bilgi patlamasi, siddetli tartismalar yaratti. Kimin kuraminin dogru oldugu tartisiliyor. Yine de uzmanlar bir görüs üzerinde fikir birligine vardilar; savas, Maya halkinin olusmasinda ve yasaminda kilit noktaydi.



Oyun topu
Mayalar'in top oyunlari hem eglence hem de dinsel törenler içindi. Seyirciler, sonuçlar üzerinde bahis oynarlardi. Günesin veya Ay'in sembolü olan bu top hep havada kalmaliydi. Topu düsüren kaybediyordu ama oyunu degil yasamim da; oyunun finalinde kurbanlar hazirdi. Galipler, kaybedenlerin baslarini kesip top olarak kullandilar ya da öldürüp vücutlarini piramitlerden asagiya sallandirdilar


Maya kentleri yasamak için degil miydi?
Mayalarin spordan dine kadar her konuda iskence ve kurban törenleri düzenliyorlardi. Meksikali Antropolog Carlos Navarette "Bu, Mayayla ilgilenenleri sok edecek bir iddiadir" diyor. Klasik Maya Kültürü'nün olusmaya basladigi MS 250'den sonraki yüz yillarda, küçük çatismalardan, büyük savaslara dönüsen kabile çekismeleri, görkemli kentlerin hayalet kasabalara dönüsmesine neden oldu. ilk batili arastirmacilar olan Stephens ve Latherwood, büyüleyici diye tanimladiklari Copan, Palenque, Uxmal ve digerleri hakkinda kitaplar yazmaya basladilar. Stephens'in yazdigi basarili kitaptan sonra onu, Catherwood ve diger yazarlar takip etti. Sonraki yarim yüzyilda Popol Vuh (Mayalari anlatan kutsal kitap) ve "Relacion de las Cosas de Yucatan" adli kitaplar yayinlandi. 16. yüzyildan sonra piskopos Diego de Lan da, Maya kültürüne karsi ispanyol zaferlerini anlatan bir kitap yazmisti. 1890'larda ise, ingiliz arastirmaci Alfred Maudsiay degisik kaynaklardan derleyerek, Maya kentlerinin mimarisini anlatan bir katalog olusturdu.
Tüm bilgiler, 19. Yüzyil bilginlerini hiyeroglif yazilarini yorumlamaya, Mayalarin tarihini yeniden incelemeye ve bu toplumun neden yok oldugunu arastirmaya itti. 20. yüzyilin ilk yarisinda daha çok kazilar yapildi ama hala ortaya ciddi bir sey çikmamisti. 1950'lerde Carnegie Enstütüsü'nden J. Eric Thompson ve SIyvanus Morley, bölgeyi incelemeye aldilar onlara göre bulunan kentler, yasamak için degil dinsel ayinler için yapilmisti. Yazitlarda astronomi ve takvim çalismalari yer aliyor, tarihi olaylar, çiftçilik yöntemleri ve tarinidan bahsedilmiyordu. Böylece bu mekanlarin sadece özel durumlar ve çalismalar için yapildigi kanitlaniyordu. Morley ve Thompson; Mayalarin yok oluslarina ait bilgileri antik kentlerden elde edemeyeceklerini düsünüyorlardi. Çagdas bilginler, daha iddiali ve umutlu, modern teknoloji gibi bir de avantajlari var;
örnegin radyo karbon testi.


Dos Pilos'ta çalisan Arthur Demarest MS. 761'den önce ve sonra olarak Mayalarin tarihçesini iki bölüme ayirdi. 761'den önce savaslar düzenliydi; kabileleri tek bir yönetim altinda toplamak için yapilirdi. Ama 761'den sonra savaslar; kabile üstünlügüne ve mallarin yagmalanmasina dayanmaya basladi. O yil, Dos Pilos Krali kabilelere dur demek için savas açti ama Tamarindito'da yakalanarak kurban edildi. Demarest'e göre; bu dönemden sonra ortaya çikan soylu kanun yapicilari, çikar ugruna birbirlerini yemeye basladilar ve güçleri çok artti. Böylece sivil iç savas basladi; iste bu da Mayalarin sonu oldu ve buna benzer olaylar baska bölgelerde de yasandi.


Susuzluk ve nüfus patlamasi kuramlari
Florida Üniversitesi arkeologlarindan Arlene ve Diana Chase'e göre Belize'de yaptiklari arastirmalarin sonucunda, kabile savaslari Mayalarin sonunu hazirlamisti. Bu iki arkeolog, kazilarda binalar üzerinde hasarlar tespit etmisler ve gömülmemis bir çocuk iskeletiyle, silahlar bulmuslardi. Bir çok uzman yok olusun nedenini savaslara baglarken, baskalari bunun hikayenin tümü olmadigini düsünüyor. Yokolmada rol oynayan bir diger neden; yagmur ormaninin ekolojik dengesindeki ani bir bozukluk olabilirdi. Arizona Üniversitesi arkeologu Patrick Culbert; "Yeralti çalismalarindan anladiginiiza göre, neredeyse orman tamamen yok olmus"diyordu.Su sikintisi, yok oluslarinda rol oynamis olabilirdi. Cincinnati Üniversitesi arkeologlarindan Vernon Searborugh ise, Tikal'deki kazisinda gelismis kanalizasyon sistemleri buldu. Yilin 4 ayi yagmurlu bir bölgede yasayan bu insanlarin ani bir susuzluga ugramalari gerçekten yok olus nedeni olabilirdi. Bir baska neden nüfus patlamasi olabilir, yirmi kentten toplanan bilgilerden anlasildigina göre km kareye 200 insan düsüyordu. Culbert'e göre;
endüstrisi olmayan bir toplumda nüfus bir sorun olabilir. Arastirmacilar, kazilarda, iyi gelismemis çocuk iskeletleri buldular, bu da yetersiz beslenmenin göstergesi olarak kabul edilebilir. Yine Culbert, böyle karmasik ve kalabalik bir toplumun çöküs nedeninin; savas, çilgin bir kral, açlik ya da susuzluk olabilecegini düsünüyor ve ekliyor "Böyle bir toplumun çöküsü için milyonlarca neden söylenebilir".

Takvimi ve dis dolgusunu bilen insanlar
Bu çöküsten çikarilacak ders nedir? Birçok uzman, çevreci mesajlar veriyor; Culbert;
"Nüfus patlamasi, ekolojik dengeyi bozdu ve milyonlarca insan öldü." diyor. National Geographic dergisi yazari George Stuart ;bu fikre katiliyor ve bu bilgilerin günümüz dünyasinin sorunlarini yeterince çözemese bile önemli uyarilarda bulundugunu düsünüyor. Ona göre en önemli mesaj, yagmur ormanlarini kesmemek ama digerleri bundan pek emin degil. Hiyeroglif uzmani Stephen Houston de, Mayalardan daha pek çok ders alinacagi düsüncesinde; "Çok farkli bir toplumdular ve onlari bir arada tutan çok baska bir seydi".


Arkeologlar, Mayalarin gerçekten farkli bir toplum oldugunu, onlarin günlük yasamlanndan çikariyorlar. Mezarlarda bulunanlar, gömütler, alelade evlerin mimarisi ve bulunan duvar resimleri; ortalama bir Maya gününün nasil geçtigini bizlere gösteriyor. 57 kisiden olusan tipik bir Maya ailesi kahvaltida sicak çukulata, yeterince zengin degillerse haslanmis misir ve seker kamisi yiyorlardi ve "atole"denilen bir içki içiyorlardi. Genelde evler tek odali ve çamur sivaliydi. Büyük olasilikla gün içinde misir, bezelye, tavsan ve hindi diger yiyecekleri arasindaydi.
Hasat mevsimi erkekler tarlalarda çalisirken, kadinlar evde yemek pisiriyorlardi. Günün sonunda tüm aile evde toplaniyor ve evin reisi küçük bir dini ayinle atalara dua ediyordu. Zamanlarini sadece tarimla geçirmiyorlar, piramitler ve tapinaklar insa ediyorlardi. Genelde dügün törenlerine kutlamalara, astrolojik ve takvimsel çalismalara katiliyorlardi. Böyle zamanlarda kral kurbanlar kesiyor ve top oyunlari düzenliyordu. Kaybedenler piramide asiliyor ya da kurban ediliyordu. Çiftçiler bu günler için yemek hazirlayip, standlar açiyorlardi. Mayalar'in gelismis bir estetik anlayisi vardi. Yale Üniversitesi antropologu Michael Coe "Mayalar" adli kitabinda; "Aileler çocuklarinin burunlanna onlarin gücünü artirici süsler takarlardi" diye yaziyor. Mayalar ayni zamanda bebeklerin iskeletlerine sekil vermek amaciyla onlari sararlar ve koni seklinde bir sapka takarlardi. Belki de günümüzün besik ve kundak aliskanligi onlardan miras kalmistir. Bazi arastirmacilar, bu sekildeki kafataslarinin bu aliskanligin sonucu oldugunu ileri sürüyorlar. Mayalar dislerini bazen "T" seklinde bazen de delerek doldururlardi (anestezi yapip yapmadiklari kesin degil). Dislerini çogunlukla degerli taslarla en çok da yesimle kaplarlardi. Coe'ya göre; genç erkekler evlenene kadar kendilerini siyaha boyuyorlar daha sonra ise degisik dövmelerle süsleniyorlardi. Bu bilgiler sadece bulunan nesnelerden degil geride biraktiklari hiyerogliflerden de ögrenildi.


GECMiSi YASIYORLAR
Meksika daki tur rehberleri bir öykü anlatirlar.Bir turist, korku içinde piramitlere bakar ve rehbere dönüp; "Bu binalarin hepsi çok güzel, fakat tüm insanlar nereye gitti?" der. Rehber kafasini alayci bir sekilde sallayarak cevap verir; "Su anda bir Maya île konusuyorsun, bizler hala buradayiz hiç bir zaman burayi terk etmedik". Yasanan karmasa, Maya bilmecesinin kalbindedir. Bilim adamlari binlerce yil Öncesindeki Maya imparatorlugu'nu arastirirlarken bugün Guatemala çevresinde 1.200.000,Belize çevresinde ise, 5.000.000 Maya insani yasiyor. Etnik olarak, onlar dünyanin en gelismis imparatorlugunu Orta Amerika'da kurmus insanlarin soyundan geliyorlar. Maya kalintilarini gezmeye gelen birçok turist Amerika'da eski Mayalarin torunlarinin yasadigini ögrenseler soka girerlerdi. Yüzyillardir olagelen kültür etkilenmesinden sonra Orta Amerika'da yasayan Mayalarin torunlari yeni kültür yaratarak yasamlarini sürdürüyortar. Orta Amerika'da yasayan Mayalarin torunlari simdi sadece gelen ziyaretçiler ?çin atalarinin kiyafetlerini giyiyorlar. 1992'de Orta Amerika'nin yerlileri olan Maya halkina karsi Meksika devleti tarafindan zulmedildi, yapilanlar, insan haklarina aykiriydi.1990'daki toprak kavgasinda 11 kisi,1988'de de Maya halkindan 100 kisi yakalanmis ve iskence edilmisti.

30 saat boyunca hiç bir tibbi müdahale olmadan aç birakildilar ve Mayalar, 140.000 Guetamalaliyi öldürecek gerilla savasina basladilar. Hükümet onlarin köylerini yakti.16.yy'da ispanyol istilasi sirasinda birçok yerli, dini inançlarindan uzaklastirildi. Kabartmalar yikildi, dini inançlarina ait olan hersey misyonerler tarafindan harap edildi.Yeni koloniler kurmak için köle gibi çalistirildilar.400 yil ispanyollar tarafindan ezildikten sonra Meksikalilar tarafindan isgale ugradilar ve hala öyleler... Bugün Meksika Hükümeti, insan haklari adina Mayalara esit sans taniyacaklarini açiklamasina ragmen; Mayalar hala sosyo ekonomik siranin en altindalar. Chipas'ta 9 tane yerli dili musuluyor ve Meksikalilar azinliklara ragmen iktidari ellerinde tutuyorlar. Ne yazik ki, yerli nüfusu ülke potansiyelinin çok üzerinde. Ayrica yerlilerin % 70'i su sikintisi çekiyor. Bu kötü kosullarda Birçok Maya insani modern ,yasam sartlarini reddederek eski aliskanliklarini sürdürüyor. Daglarda yasayan Mayalar, 4000 yil önceki atalari gibi yasiyorlar.




"Birden beyin kanallarim açildi..."Maya yazitlari, çesitli ilgi alanlari olusturdu. Güney Alabama Üniversitesi sanat ögretmeni Linda Schele eski yazitlar konusunda birdenbire ortaya çikan ilginç bir örnektir. 1970 yilinda Meksika ziyaretinde, Palenk konferansinda Schele; 7. Yüzyil baslarindan 8. Yüzyil sonlarina kadar yasayan yasa yapicilarin kanunlarini 2.5 saat süren bir konusmada açikladi ve bunlar dogruydu. Bu nasil olmustu? Çünkü Schele bir amatördü; Profesyoneller kabartmalarin açiklamasinin bir çesit içgüdüye ve sezgiye bagli oldugunu söylüyorlar. Verilen yazi sistemine uyularak çözülmüs olabilecegin'i de ekliyorlar. Linda Schele; "Aydinlanma dakikalari kariyeriniin dönüm noktasiydi. Birden beyin kanallarini açildi ve hersey yerli yerine oturdu" diye anlatiyor. Bu olaydan sonra, bir çesit dil çözüm devrinii basladi. Bölge genç tarihi yazit uzmanlari ile doldu. 34 yasindaki Stephen Houston ile 28 yasindaki David Stuart'da bunlara dahildi. Kariyerlerine çok küçük yaslarda baslamislardi. Maya arkeologu George Stuart'in oglu ilk Maya gezintisini 3 yasindayken yapmisti ve 1984'de 18 yasindayken çözdügü bir Maya grafigiyle, Maç Arthur Dernegi tarafindan en genç yazi çözücüsü ve dahi ilan edildi. Stuart'in sonraki projesi simdiye kadar çözülmüs tüm Maya yazitlarini inceleyen bir katalog yapmak. Neredeyse yüzyillik bir çalisma bu ve genç Stuart; "Bu çalisma benden sonra da aranan bir kaynak olacak" diyor.




Bir uygarligin umutsuzlugu
Örneklerde görüldügü gibi kabartmalarda propaganda da var. Düsünün, Körfez Savasi'ni anlamak için Saddam'in konusmalannin duvarlara yazildigini... Arlen Chase;
Mayalar'in politik ve sosyal yasamlarini çözmek için bu yazitlari okumanin yeterli oldugunu, arkeolojinin bunu saglamak için gerekli oldugunu ifade ediyor. Houston ise, yazitlarin propaganda ile dolu oldugunu, yine de bir toplumu anlamak için yararli oldugunu söylüyor.


Maya yazitlarini desifre etme üzerindeki tartismalar sürüyor, hiçbir zaman nihai çözüm bulunmayacak. Çünkü yeni bulgular farkli bakis açilari getiriyor. Chase'in arastirmalarina dayanarak söylenebilir ki, Mayalar orta sinif bir toplumdu. Mezar kazilari, yasam tarzlarinin, bilimsel yönleri kadar gelismedigini gösteriyor. Kimyasal toprak arastirmalari, iskelet incelemeleri bize onlarin hastaliklarini, tarini yöntemlerini hatta iklim kosullarini gösteriyor. Birçok arastirmaci ve bilim adami Mayalar'in yok olus gizeminin pesinde. David Freidel, Mayalar'in tarihte esine az rastlanan bir umutsuzluga düsmüs olduklari görüsünde; ona göre, geçmise bakildiginda Mayalar'in ulastigi bilimsel ve toplumsal düzeyin nedeni, hayalgücü ve reel eylemin disindadir çünkü onlar yasami anlamli kilmak istiyorlardi. Mayalar'in birden yokolus nedeni veya nedenleri hala bilinmiyor, dev bir uygarlik nasil ve neden kayboldu? Uxmal'da yansi yenmis yemek tabaklari hala durmaktadir;
kimden ya da neden kaçtilar ve en önemlisi su anda onlarin kalintilari nerede?


MAYA UYGARLIĞININ GİZEMİ
Binlerce yıldır gizemi çözülemeyen Maya Uygarlığı, esrarını korumaya devam ediyor. On dokuzuncu yüzyıl sonlarında Meksika’da yapılan araştırmalarda bölgenin gizemli uygarlığının izine rastlayan arkeologlar, sık ormanların içinde sanki doğa tarafından saklanmış gibi duran, dev taş anıtların ve tapınakların sırrını çözmek için araştırmalarını yoğunlaştırdılar. Bu balta girmemiş ormanlarda, Mısır piramitlerini andıran büyük taş tapınakların ve görkemli piramitlerin ne işi vardı? Nasıl, ne zaman, kimler tarafından yapılmışlardı? Üstelik bu dev taş binaları yapanlar Mısır hiyerogliflerine benzeyen yazılarla eserlerini süslemişlerdi de…
1869 yılında Fransız din adamı Brasseur De Bourbourg’un, Madrid Kraliyet Kütüphanesinde, bölgeye ilk gelen rahip Diego De Landa’nın eski kayıtlar arasında kaybolmuş ‘Relacion De Las Cosas De Yacatan’ adlı günlüklerini bulması, Batı’nın Mayaları anlamaya başlamasındaki en önemli adımlardan biri oldu…
Yucatan ise bugünkü hali ile de çok güzel…

Mayaların yerleşim alanları
Orta Amerika’da kendi dönemlerinin en büyük uygarlığını yaratan Mayaların yerleşim alanları, bugünkü Meksika’nın Yucatan, Campeche, Tabasco ve Chiapas eyaletlerinin yanı sıra, Gautemala’nın tamamını, Honduras’ın da büyük bir bölümünü kapsıyordu.
İ.Ö.600 yıllarına kadar süren bu şaşırtıcı ve gizemli uygarlığın kültürüyle ilgili araştırmalar derinleştikçe, sahip oldukları kadim bir bilgi birikimleri olduğu ortaya çıktı. Ne yazık ki, Mayalara ait ‘codex’ adını verdiğimiz az sayıda birkaç belge dışında elimizde sadece dev tapınakları ve piramitleri var…
Mayalardan bazıları, atalarından kalan tüm kültürün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu anlar anlamaz anlatıları yazıya geçirme gereksinimi duydular. 19.YY. da kendi dilleriyle ama Latin alfabesi kullanılarak yazılan ‘Popol Vuh’ adlı büyük destanları ve ‘Jaguarlar’ adıyla bilinen bir grup rahibin yazdığı ‘Chilam Balam’ adlı eserleri bu kaygıyı taşıyordu.

Olmekler
Mayaların yerleşim sınırlarının bittiği bölge diyebileceğimiz Tabasco yakınlarındaki ünlü Palenque kentinin biraz batısında, Meksika Körfezi’nin güney sahilleri yakınında bulunan antik kent La Venta’da, o bölgede Mayaların öncekileri gibi gözüken, bir başka gizemli uygarlık ortaya çıktı. Günümüzde, "Olmek" adını verdiğimiz bu uygarlığı kuranların kendilerini ne adla çağırdıkları bilinmiyor. Ancak bütün veriler, Mayaların sahip olduğu şaşırtıcı matematik ve astronomi bilgilerinin ve şaşırtıcı mitolojilerinin ana kaynağının, izleri İ.Ö. 1600 yıllarına uzanan Olmek uygarlığı olduğunu gösteriyor. Körfez bölgesindeki diğer etnik grupların, yani Mikstek, Zapotek ve Mayaların, Olmek etkisiyle biçimlendikleri ve ivme kazandıkları anlayışı yaygınlaşmakta. Ancak bilgi ve belge eksikliği, Orta Amerika arkeolojisi için hala en ciddi sorunlardan biri…

Garip bir biçimde, arkeologların bütün çabalarına rağmen, Meksika’nın hiçbir yerinde Olmek toplumunun gelişim aşamaları olarak adlandırılabilecek bir tek bulgu ya da işaret bile elde edilemedi. Sanatsal üsluplarının karakteristik biçimleri dev zenci başı heykellerinin yontulmasında ortaya çıkan bu insanlar, sanki hiçbir yerden gelmiyor gibiydiler.
Zecharia Sitchin’in Anunnaki teorisi, And Dağları ve Meksika’da yeni kolonilerden söz ediyordu. Sitchin’e göre Enki soyundan gelen ve Mısır’da yazının ve bilgeliğin tanrısı olarak saygı gören Thoth, Afrika’dan getirdiği deneyimli bir grupla (bu grup eski Atlantisliler de olabilir) Meksika’ya ulaşmış ve Olmek kentlerinin ilk kurucusu olmuştu.
Dil ve kültürler arasındaki açıklanamayan, garip benzerliklere ilişkin bir başka çalışma, 20.Yy.ın başında Meksika’da Yucatan bölgesinde araştırmalar yapan Fransız araştırmacı Eugustus Le Plongeon’a aittir. Yitik Atlantis ve Mu varlığına gönülden inanan ve iz bulma umuduyla gerçekleştiren Plongeon, 1914 yılında yayımladığı çalışmasında başta Mısır olmak üzere Meksika’nın Mayaları arasındaki benzerliklerden söz eder. Maya dili arasında hem ses hem de anlam olarak ortak olduğunu belirttiği yaklaşık 150 sözcüğü içeren bir mini sözlük vardır. İran ve Afganistan dolaylarındaki eski kent ve kabile isimlerinden 200 kadarının Maya dilinde anlamlı sözcüklere karşılık geldiği ileri sürülen bir de uzun listeye rastlarız. Yazara göre bu ilginç benzerlikler ve ortaklıklar, Atlantis’in ortadan yok olmasıyla eskiçağ uygarlıklarına ulaşan kültürel mirasın sonuçlarıdır.

Mayaların Hesap Yöntemleri
Mayaların noktalarla çizgilerden oluşan hesap yöntemlerinin atasının Olmekler olduğu ortaya çıkmıştır çünkü bu basitçe şu anlama gelir: Dünya tarihini uzun zaman döngülerinden oluşan, çağlar aracılığıyla bölümlere ayırma mantığı, sanıldığından çok daha eski bir uygarlığın Mayalara bıraktığı mirastır. Bu miras sayesindedir ki o şaşırtıcı duyarlılıktaki takvimin hesabına göre içinde bulunduğumuz son çağın, Beşinci Güneş’in, İ.Ö. 3113 yılının Ağustos ayında başladığı ve 2012 yılının aralık ayında da sona ereceği hesaplanabilmiştir.
Mayalar sıfırı bilen toplum olarak da bilinirler. Aslına bakılırsa, bugün korunan Maya dokümanlarının çoğu, ‘hesap’ ile ilgili belge parçacıkları. Ama bunlar, astronomik hesaplar; sıradan matematik işlemleri değil. Eldeki Maya belgeleri arasında en iyi durumdakilerden biri sayılan Dresden Kodeksi de bunlardan biri. İçerdiği matematiksel hesaplar ve sayısal ifadeler, bütünüyle gökyüzüne yönelik.

Mayalarda Zaman ve takvim
Mayaların zaman hesaplama araçları arasında ilk ve belki de en gizemli döngü, ‘Tzolkin’ adı verilen ‘kutsal takvim’dir. Sözlük anlamı ‘gün sayımı’ olan Tzolkin, 260 günlük bir zaman dilimini içerir ve iki farklı dizinin elemanları arasındaki bileşimle tamamlanır. Bu dizilerden birinde 1’den 13’e kadar uzanan rakamlar, değerinde belli bir sıra izleyen 20 adet ‘isim’ vardır.

Maya astronomisi ve Venüs Gezegeni
Venüs gezegeni, Maya astronomisinde çok özel bir öneme sahip. Kendi inanç sistemlerinde çoğu kez büyük ‘öğretici tanrı’ Kukulkan ile özdeşleştirilen Venüs’ün bir tam turunu; yani sabah yıldızı olarak gözden kaybolmasının ardından tekrar sabah yıldızı olarak belirinceye kadar geçen süreyi 584 gün olarak ölçmüşler. Modern astronomik gözlemlere göre bu periyot 583.92 gündür; yani Mayalar bu süreçte iki saatten de az bir hatayla, son derece hassas bir sonuca ulaşmışlardır.
Maya antik kentlerinde piramitlerin tepesinde yer alan odalar ya da Chichen Itza’daki ‘Caracol’ benzeri, doğrudan astronomi amaçlı, inşa edilmiş gözlemevleri, rahiplerin gözlem yöntemleriyle ilgili ipuçları sunar bize. Bu yapılar çoğu kez dört yönden de ufku görecek biçimde yüksek ve düz alanlara kurulmuştur. Hassas hesaplarla, gözlem odasını çevreleyen duvarlar örülmüş; bu duvarların üzerinde yer alan pencereler, doğrudan doğruya ufukta belirecek spesifik yıldızlara hizalanmıştır.
Yine Chichen Itza başta olmak üzere çoğu maya kentinde, tam tepe noktasına küçücük bir deliğin açıldığı ‘zenith gözleme odaları’ bulunmuştur arkeologlarca. Bütün bunlar, kullandıkları araçlar ne denli basit olursa olsun. Mayaların son derece dikkatli, pratik ve akıllıca gözlemlerle hem yıldızların yükseliş ve batış hareketlerini, hem de başucu (Zenith) geçişlerini izlediklerini ortaya koyar. Bu istekli ve hevesli astronomik etkinliğin onlara armağanı, olağanüstü ayrıntılı ve hassas Maya takvimidir.

Aztekler
Mayalar, dünyanın ‘dört güneş’ yaşayıp tamamladığını; halen ‘Beşinci Güneş’i yaşamakta olduğumuzu anlatırlar. Bu inanışa göre ‘Dördüncü Güneş’in sonunda su elementiyle ilgili felaketler, yani büyük seller ve sağanaklar yaşanmıştı. Tıpkı Tufan mitlerinde olduğu gibi. ‘Beşinci Güneş’in sonunu da, büyük depremler getirecekti. Atalarından Mayalara sözlü gelenekle aktarılan mitlerde hep yinelenen bu evrensel döngüden söz edilmektedir. Mayaların bütün sanat yapıtlarında, mimarilerinde, tapınak süslerinde, bilinçaltında yaşayan bu ‘yok oluş’ un getirdiği korkunun izlerini buluruz. Aynı üslup, çok daha sert biçimde Toltek ve Aztek kültürlerine de taşınmıştır. Bu nedenle, C.W.Ceram haklı olarak Orta Amerika uygarlıklarını ‘Korku İmparatorlukları’ olarak niteler.

Aztek Takvimi

Dairenin merkezinde, geride kalan dört çağ ve şu an içinde bulunduğumuz beşinci çağı simgeleyen glifler görülüyor. Aztek modeline göre de, Mayalarda olduğu gibi, içinde bulunduğumuz ‘Beşinci Güneş’, son çağdır. Ama onlar, bitiş yılını Mayalar kadar büyük bir kesinlikle bilmezlerdi ve takvimlerinde işaretli değildi. Biçimsel olarak, Güney Amerika’daki İnka uygarlığının kozmolojisinde de dünyanın tarihine ve evrendeki döngülere ilişkin Maya ve Azteklere oldukça paralel bir anlayış karşımıza çıkar. And Dağları’nın bu egzotik imparatorluğunun sakinlerinin de uzak atalarından dünyanın belli kritik tarihsel evreleri birer birer tamamlandığına ilişkin bir geleneği teslim aldıklarını görürüz.

Mayalarda Astronomi
Mayaların çağımızı yakalayan, bizim bulgularımızla birleşen oldukça yüksek bir astronomi bilgileri vardı. Dünya güneş çevresinde yıllık turunu tamamlarken, bir yandan da kendi ekseni çevresindeki dönüşlerini sürdürür. Bir güneş yılı bitinceye dek, 365,2422 kez eksen turunu tamamlayan gezegenimiz, çok daha uzun vadeli olarak, kolay fark edilmeyen iki farklı döngüyü de izlemektedir aslında. Bunlardan biri, ekseninin, yörünge düzlemine yaptığı açıyla ve bu açının çok uzun zaman dilimleri içinde değişmesiyle ilgili bir döngüdür. Astronomik anlamda, dünya ekseninin izlediği bu döngünün doğal sonuçları, dünyadan gözlem yapan biri için, gökyüzündeki ‘sabit’ yıldızların konumlarının belli bir düzene göre değişmesidir. Bu nedenle, sözgelimi bugün kuzey yönünü saptamakta hala yararlandığımız kutup Yıldızı’nın, bundan 2000 yıl önce tam kuzeyi göstermediğini büyük bir rahatlıkla söyleyebiliriz. Benzeri biçimde, kutuplardan ‘göksel ekvatora’ indikçe de, arka planda görülen takımyıldızların bulundukları konum da zaman içinde değişim gösterir. Bunun en tipik göstergesi, dünyanın güneş çevresinde izlediği yörüngenin dört tipik noktası olan ve mevsimlerin başlangıcını oluşturan ekinoks ve gündönümü noktalarının, bin yıllarla ölçülen zaman dilimleri içinde kaymalar sergilemesidir.

Bundan 2500 yıl kadar önce, gece ve gündüzün eşit olduğu ilkbahar ekinoksunda güneş, Koç takım yıldızlarıyla aynı hizadaydı. Dünyadan bakıldığında güneş, ay ve gezegenler, “ekliptik” ya da “tutulum çemberi” adını verdiğimiz düşsel bir çizgiyi izleyerek hareket ederler. Güneş, bu çizgi üzerindeki hareketi süresince,12 farklı takımyıldızın her birinde yaklaşık 30 gün süreyle konaklar. Elbette aslında ne böyle bir göksel yol vardır, ne de o yol üzerinde belli aralıklarla oluşmuş takımyıldızlar. Ama Sümerlerin kullandığı altmışlı matematik sistemine temel oluşturan bir yaklaşım doğrultusunda güneş, ay ve gezegenlerden gökyüzündeki hareketlerini izlemek isteyen eskiçağ astronomları, ilkin 360 dilime bölünmüş bir çember, ardından da bu çember üzerinde 30’ar dilimi içeren 12 “istasyon” belirlemişlerdi.

Bu istasyonların gökyüzünde kolay tanınabilmesi ve işaretlenebilmesi içinde, her bir dilimin içine yerleşen yıldız toplulukları belli doğal biçimlere, hayvanlara benzetilerek, “takımyıldız” dediğimiz gruplar yaratıldı. Uzayın ve evrenin derinliği içinde aslında birbirlerinden çok uzaklarda ve aykırı açılarda yer alan yıldızlar, gökyüzü iki boyutlu bir arka plan olarak düşünüldüğünde bir arada gruplanabiliyor ve böylece astronomik ölçümlerde büyük bir pratiklik sağlanıyordu. Tutulum çizgisi üzerinde otuzar derecelik 12 “istasyon” halinde saptanan ve “Zodyak Kuşağı” olarak bildiğimiz çemberi oluşturan takımyıldızların adlandırılması bu nedenle son derece önemli bir astronomik buluştur.

Mayalarda Astroloji
12 takımyıldızı birer “burç” olarak niteleyen ve ortalama otuzar günlük zaman aralıklarına yerleştiren klasik astroloji, bugün de kullanılan son biçimini eski Yunan zamanında almıştı. Bu nedenle, dönemin “takvim ilkeleri”ne uygun olarak yılı ilkbahar ekinoksuyla başlatıyor; ilk burcu da Koç olarak beliriyordu. Az önce de belirttiğimiz gibi bu son derece normaldi, çünkü bundan 2500 yıl önce ilkbahar ekinoksunda güneş, Koç takımyıldızının hizasındaydı. Aradan yaklaşık dört yüz yıl geçtikten sonra bu durum değişti. İsa’dan önce birinci yüzyıldan başlayarak ekinoksa rastlayan dönemde güneş, Balık takımyıldızıyla birlikte görünmeye başladı. Günümüzde söz konusu göksel konum yeniden değişmekte ve güneşin ilkbahar ekinoksunda uğradığı istasyon, Kova'ya doğru yaklaşmaktadır. Astroloji eski Yunan”daki popüler biçimini hala muhafaza ettiğinden, Zodyak günümüzde de Koç ile başlatılır.

Dünya Ekseni
Dünya ekseninin izlediği bir “yalpalama döngüsü” olarak ortaya çıkan presesyonun görünürdeki etkileri üzerine daha fazla örnek vermenin gereği yok. Belki buna, İ.Ö 4000 ile 2000 yılları arasındaki imparatorluklarda boğanın kutsal kabul edilmesinin nedeninin, söz konusu dönemde güneşin ilkbahar ekinoksu sırasında Boğa takımyıldızında olması eklenebilir. Aynı biçimde, İ.Ö. 2000’den sonra, eski Mısır tapınaklarında tanrısal önem atfedilen koç heykellerinin yer almasının, güneşin, ekinoks sırasında artık, Koç’ta olmasından ileri geldiğini söyleyebiliriz. Hatta, İ.Ö. birinci yüzyılın sonlarına doğru Kumran’da ortaya çıkan Essene mezhebinin ve aynı dönemde “Mesihçi” bir çizgiyi benimseyen Nasorilerin kendilerine amblem olarak balığı seçmeleri de bir biçimde presesyonla bağlantılıdır. İsa’nın balıkla ve balıkçılıkla bağdaştırıldığı Yeni Ahit metinlerini de anımsatıyor bu bilgiler. Söz konusu tarihlerde, ilkbahar ekinoksunda güneş, Balık takımyıldızıyla birlikte doğmaktaydı…

O halde, dünyanın ekseninde ortaya çıkan presesyon hareketi, ölçülebilir ve sabit bir döngüdür. Peki nasıl bir hıza sahiptir ve bir tam çevrim ne kadar sürede tamamlanır? Modern astronomik hesaplara göre, presesyon çemberinin 1 derecelik bölümü, yaklaşık 71.6 güneş yılında tamamlanmaktadır. Bu durumda, ilkbahar ekinoksunda güneşin takımyıldız değiştirmesine neden olacak büyüklükte bir hareketi, yani çemberin 12’de birini oluşturan 30 derecelik bölümü dünya ekseni, 2148 yılda tamamlayacaktır. Dolayısıyla, aşağı yukarı her 2148 yılda, ilkbahar ekinoksunda güneşin aynı hizada bulunduğu takımyıldızın değiştiğini söyleyebiliriz. Eksen çubuğunun başladığı noktaya geri dönmesi, yani presesyon döngüsünün tamamlanmasıysa, 12x2148=25.776 yıl sürecek; bu döngü boyunca güneş, ilkbahar ekinokslarında 12 farklı “istasyonda” eşit süreler geçirecektir.

Elde ettiğimiz sonuç, Mayaların beş çağ toplamına eşit olan 25,627 yıllık zaman dilimiyle şaşırtıcı biçimde yakınlaşır. İster istemez akıllara takılan kritik bir soruyu, yüksek sesle sorabiliriz şimdi: Acaba Mayalar presesyon olgusunu nereden biliyorlardı? Nasıl öğrendiler? Kimler öğretti? Ya da nasıl fark ettiler?

Mayalar ve 2012
Güneşteki hareketliliğin ve “güneş lekesi çevrimleri”nin dünya üzerindeki verimliliği; dolayısıyla uygarlıkların doğuş yükseliş ve çöküşlerini derinden etkilediğini düşünen Maurice Cotterell için Maya kodeksindeki tarih, çağın başlangıcından Mayaların gerilemesine neden olan etkenlerin ortaya çıkışına dek süren bir çevrimi simgelemektedir. 2012 yılındaki bitiş için Cotterell’in açıklamasıysa, daha önce defalarca gerçekleşen bir doğal olayın yineleneceği düşüncesi üzerine kuruludur: Güneşteki manyetik alan değişimleri, bu tarihte yeryüzünün manyetik kutuplarının da değişmesi sonucunu doğuracaktır.
Cotterell ile ortak kaleme aldıkları kitapta, Orion Mystery’nin yazarlarından Adrian Gilbert Orta Amerika’daki gizemli uygarlıkların kökeninde, bin yıllar önce bir felaket sonrasında yok olduğuna inandığı Atlantis uygarlığının yattığını yineler. Gilbert’e göre mısır ile Maya kültürleri arasındaki benzerlikler, her ikisinin de Atlantis çıkışlı olmasının doğal sonucudur ve bin yıllar önce Atlantis’i yok eden doğal afetlerin 2012’de yineleceğini bir biçimde bilen Mayalar, bize çok uzaklardan, bin yıllar öncesinden bir mesaj yollamışlardır takvimleriyle. Her iki araştırmacı da, dünyadaki uygarlığın varlığı ve gelişimini doğrudan etkilediğine inandıkları kozmik çevrimlerden ve bunların belli aralıklarla katastroflarla bitmesinden söz ederler ve bir biçimde Maya uygarlığının da bundan haberdar olduğunu ileri sürerler.

Mayalar niçin 2012 yılında “depremlerle” gelecek bir büyük afetten söz etmektedirler ?
Benzeri bir jeolojik hareketlilik dizisine ve küresel felakete, İ.Ö.1650 dolaylarında dünyanın büyük bölümünün tanık olduğunu biliyoruz. Birbirini tetikleyen depremlerle başlayıp, son aşamada binlerce kilometre uzakları bile etkileyecek olan The Ra’nın patlamasına dek varan ve Eski ahitin Exodus kitabına esin kaynağı oluşturan bu afetler zinciri, onuncu gezegen Nibiru/Marduk”un olağan yörünge periyodu içinde dünyaya tehlikeli biçimde yakın geçişiyle ortaya çıkmıştı. Sümer kaynaklarında yörünge periyodunun ilahi 3600 sayısıyla ifade edildiği bu gizemli gezegen, bir dahaki yörünge geçişini 2012 yılında gerçekleştirecek olabilir mi ?

Astroset olarak diyoruz ki, gezegenimizde binlerce yıldır kıyamet senaryoları yazılıyor, mitler ve efsaneler anlatılıyor, kehanetler yapılıyor. İnsanlara anlatılıyor ama kıyametin asıl anlamı üzerinde durulmuyor. Kıyamet sözcük olarak ‘Uyanış’ demek… Geçmişle ilgili Uyanış, değişim, dönüşüm dönemleri ve yaşanan katastroflar doğru ama gelecekle ilgili kıyamet senaryolarında ve kehanetlerde biraz dikkatli olmakta yarar var. İklim değişikliklerinden doğacak zararlar zaten yeterince uyanış sağlayacak gibi gözüküyor.. Bir gezegen etkisi de bazı kıtaları ilgilendiren yöresel etkiler yaratabilir yani bazı kıtalar sulara gömülebilir ama dünyanın tümünün zarar görmesi pek olası gözükmüyor. Özellikle bazı korunmuş bölgelerin… Yenilenmeye hazır ve uyanmış olanlara yeni ve arınmış bir gezegen gerekecek nasıl olsa?

__________________
Halbuki Türk'ün haysiyet ve izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet, esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir.

Bundan ötürü, ya istiklal, ya ölüm!..

M.KEMAL ATAÜRK




ESKİ TEORİLER

Flem-Ath çifti, Atlantis in Atlantik te ve Akdeniz de olduğu hakkındaki teorileri çok iyi incelemişlerdi.Ve başka ihtimaller üzerinde durmaları gerektiğinide görmüşlerdi.Onların yeni teori için çıkış noktası, 1953 yılında Amerikan akedemisyeni Charles Hapgood tarafından öne sürülen ve sadece Albert Einstein tarafından desteklenen jeolojik bir teoriydi.

Hapgood, bir zaman sonra artan ağırlığı sebebiyle, kutup buzunun kara parçalarına doğru, bir portakal kabuğunun meyve üzerinde kayması gibi, kayacağına inanıyordu.O, bunu, yer kabuğunun yer değiştirmesi şeklinde adlandırıyordu. 1958 yılında kayan yer kabuğu adlı kitabını yazdığında Albert Einstein bir cevap yazdı.

Günümüzde bu, bilimadamları tarafından kıtaların hareketi ve tektonik haraketler olarak adlandırılmaktadır. Fakat böyle büyük kara parçalarının kayması her 1 milyon yılda ancak 16 km. olmaktadır.Hapgood, daha radikal bir şeyle geldi.Ona göre, kara parçası aniden hızlı ve yok edici bir şekilde haraket edebilirdi.Bu batık uygarlıklar böyle ortadan kaybolmuşlardı.
KAÇIŞ

Eğer 10.000 yıl önce, bu kadar gelişmiş özelliğe sahip uygarlık var olduysa,böyle bir felaketin gelişini görebilmeleri ve bir kaçış ve tahliye planı yapmış olabilmeleri gerekiyor.

Diğer yandan, başka bir ihtimalle, topluluktan bazı insanlar büyük dalgaların ulaşamayacağı yüksek yerlere kaçmş olablirler.Böyle yüksek yerler, And dağlarındaki Titicaca gölü civarı ve Taylan ın ve Etyopya nın yüksek yerleri olabilir.Bu yerlerde tarım kendiliğinden M.Ö. 9600 yıllarında ortaya çıkmıştır.Bu tarih, Flem-Ath çiftinin dikkatini çekti. Aynı zaman dliminde Plato nun bahsettiği Atlantis sulara gömülmüştü.Bu tarım olayı acaba Atlantis ten kurtulanlar tarafından başlatılmış olabilirmi?
HARİTALARIN GİZEMİ

Şöyle bir düşünelim. Bu felaketten kurtulan insanlar, kendileriyle birlikte başka şeyleri batık ülkelerinden kurtarmış olabilirler mi?Böyle bilgi parçaları daha sonraki insanların eline geçmiş olabilir mi? Mesela eski haritalardan yararlanarak kendi gizemli haritasını 1513 te yapan büyük denizcimiz Piri Reis gibi. 1956 yılında harita Hapgood un masasına gelince önemi ortaya çıktı.

1513 yılında yapılmasına rağmen harita nasıl oluyorda Güney Amerika sahillerini gösteriyordu? Ve bir bölümü haritada çizili olan Antartika ancak 1820 yılında keşfedildi. Daha sonra haritanın incelenmesi için Amerikan Hava Kuvvetleri ne ( USAF ) gönderdi. 1949 yılında yapılan ve Antartikanın buzlarla kaplı olmadan önceki halini gösteren haritayla Piri Reis in haritasını karşılaştırdıklarında, ikisininde aynı olduğunu gördüler.

Varılan sonuca göre, Antartika nın deniz kıyısındaki bölümlerini gösteren haritadaki kısım, bu bölgenin buzlarla kaplanmadan önceki halini gösteriyordu.Şu anda aynı yerdeki buz kalınlığı 1,5 km. dir. Anlayamadığımız nokta, nasıl oluyorda 1513 deki coğrafya bilgisiyle yapılan böyle bir harita günümüz bilgisiyle yapılan haritalarla aynı oluyor?

Bu arada Hapgood diğer bir imkansız haritayı incelemeye ald.Bu harita 1531 yılında Oronteus Finaeus tarafından yapıldı.Bu harita Antartika yı dikkati çeken detaylı bir şekilde, dağlarıyla, ovalarıyla ve nehirleriyle gösteriyordu.Bu detaylar 1949 yılında yapılan haritayla ve Plato nun 2000 yıl önce yazdıklarıyla uyuşuyordu.

Bu haritalar gerçek.Bu haritaların yararlandığıo daha eski haritaların günümüz teknolojisine ve bilgisine tarihin çok daha eski zamanlarında erişmiş br topluluk tarafından yapıldığı akla gelen ilk önyargısız çözümdür. Kendisini geliştirebilmesi için bu topluluğun bulunduğu kıtanın ılıman bir iklime sahip olması, topluluğun yiyecek ihtiyacını karşılaması açısındanda gereklidir. Eğer Antartika yı 3200 km. kuzeye kaydırırsanız, bunun sonucunda denizci bir topluluktan bahsedebiliriz.
MISIR İLE BAĞLANTI




M.Ö. 10.000 yıllarında teknolojik olarak gelişmiş bir uygarlığın varlığı, bugün bütün dünyada karşımıza çıkan gizemli eski yapıtları açıklayabilir.Bunlar, Aztekler ve Mayalar tarafından kurulmuş olan Güney ve Orta Amerika daki antik şehirlerdir. Onların bilgisinin temel alındığı eski bilgiler Atlantis in hayatta kalanlarındanmı gelmişti?

Plato nun Atlantis hikayesi Eski Mısırada uygulanabilir. Bu eski uygarlık piramitleri inşa etme bilgisine sahipti.Bazı arkeolojik kanıtlar, Sfenksin sandığımızdan çok daha eski olduğunu gösteriyor.Yüzündeki yağmur erezyonu bunun en az 10.000 yıl önce yapıldığını gösteriyor.

Bilim adamları ayrıca piramitlerin konumunun Orion yıldız takımının bir kopyası olduğunun farkına vardılar.Fakat bu günkü konumunun değil M.Ö. 10.450 yılındaki konumunun bir kopyasıdır. Yıldızlar her yıl biraz yer değiştiriyorlar.Çünkü dünya çevresinde düzgün bir şekilde dönmüyor.Sanki merkezine göre biraz sallanıyormuş gibi haraket ediyor.



GEÇ KALAN FELAKET

Bu yerkürenin sallanması, manyetik kutupların kaymasına yol açıyor. Her 500.000 yılda bir dünyanın manyetik kutupları yer değiştirmektedir. Sonuncusu 780.000 yıl önceydi. Ve bu yüzden bilimadamları bir sonraki kaymanın çok geciktiğini belirtiyorlar.

Bu kutupların yer değiştirmesi, birden bire olacak ve çeşitli doğa felaketlerine yol açacaktır.Burada Hapgood un teorisini hatırlıyoruz.Neyse bunu zaman gösterecek.
not:alintidir


Günümüz biliminin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığını açıklayamadığı Mısır piramitleri, yüzyıllardır birçok Mısır bilimci, tarihçi ve gizemcilerin kendi alanlarında yaptıkları araştırma sonuçlarının bir araya getirilmesiyle “gizemli puzzle” hep efsanevi ATLANTİS ‘i işaret etmiştir.
Resmen kabul edilen tarih bilgisinde yer almasa da, metafizikçi, teoriysen yada maceracıların birleştikleri ortak nokta antik Mısır’ın Atlantis’in bir kolonisi olduğudur.
Bu bilgiler; “ Osiris’in ölümünden 6 bin yıl sonra Hermes’in, ve günümüz takvimlerinden 16 bin sene önce beraberinde bir güç ile Atlantis’ten Nil deltasına çıkıp, Osiris dinine uygun bir koloni kurduğunu varsayar. Ve bütün bu medeniyet hem Mu, hem de Atlantis’in sulara gömülmesiyle sona ermiştir.
Bugünkü teknoloji ile yapımı mümkün olmayan piramitler, uygarlıkta büyük aşamalar kaydeden bu kıtalardaki insanlar için mümkün olmuştur.. En fazla 6000 sene geriye gidip bulguları değerlendirerek uygarlığımızın başlangıcı olarak kabul edilen tarihten çok önce, büyük tufandan 12000 sene sonra, bildiğimiz tarih insanın atom gücünü kullanabilecek duruma geldiği göz önünde bulundurulursa, on binlerce yıl var olmuş uygarlıkların bilimde hangi aşamada olduğunu ancak hayal edebiliriz.

Maya, Tibet ve Hindu belgeleri ve birçok mistik kitaplar; Mu ve Atlantis arasındaki savaşta kullanılan silahlar hakkında efsanevi bilgiler sunar.
Bugün neler olduğunu bilemediğimiz bu güçlü silahların kullanımı belki de bu iki kıtanın batmasına ve buzulların erimesine neden olacak fiziksel değişimlerin oluşmasına neden olmuştur.
Gize’deki Keops, Kefren ve Mikerinos’un yapılış tekniklerinin saptanması tartışmalı olup ,Eduard Shure gibi ejiptologlar M.Ö. 3000 derken, bazı uzmanlar çok daha önce yapıldığını tespit etmişlerdir. Üç büyük piramidin tufan öncesi teknoloji ile Hermes rahipleri tarafından; bir firavun mezarı olarak değil, inisiasyon törenlerinin yapıldığı birer mabet olarak inşa edildiği kabul edilir.
Piramit Nedir?


Piramit Zirve adi verilen bir noktada kesişen üçgen biçiminde olup, 4 kenarlı , kare tabanlı geometrik bir şekildir ve sebebi bilinmeyen bir nedenle kusursuz bir kare olmaktan sadece 10 santim uzaktır..
Büyük piramit Keops , astronomi, jeoloji, fizik ve matematik bilimlerinde deha olan kimseler tarafından olağanüstü bir teknikle inşa edilmiş olup estetik ölçülere sahiptir. Büyük piramidin birleşik açıları ve oranları, birbirine dik iki çap boyunca dörde bölünmüş dairenin her bir dilimi gibi çözümü imkansız matematik problemlerinin çözülmesi,, evrensel bir ölçüm sisteminin kurulması, enlem ve boylamların hesaplanması ve alan ölçümü için temel prensipleri oluşturmaktadır.
Büyük piramitte kral odası akustik bir araç işlevi görmekte, sesleri toplayıp yaymaktadır. . Büyük piramidin doruğunun geometrisinin (377 ohm da) onu kusursuz bir rezanatör yaptığı bilinmektedir. .Diğer bir tespite göre de Büyük Piramit enerji kanalize eden bir diapazon işlevi görmekte ve radyo frekansı tipi akımları yada henüz keşfedilememiş başka enerji alanlarını yansıtmaktadır.

Mimar ve birçok mühendisinde ilgisini çeken büyük piramidi bugünkü teknoloji ile bile yapmak mümkün değildir. Her bir yanı 230 metre olup gerçek kuzey, doğu, güney ve batıya bakar ki büyük piramidin her biri 2.5 ile 15 ton ağırlığında 2.300.000 taş bloktan yapılmış olup , 6 milyon ton ağırlığındadır. Uzmanlara göre piramidin bir eşi bugün en gelişmiş vinçler kullanılsa bile yapılamıyor . Bu somut veriler insanların aklını karıştırıp, gizeminin ve sırrının peşine düşürmüştür.Matematik, fizik ve mimari sırları çözülemeyen piramitlerde fresklerde resmedilen Orion ve Sirius yıldızları bugünkü gelişmiş teleskoplarla bile görülememesi astronomi açısından da şaşırtıcıdır.
Keops’un yüksekliğinin 1 milyar ile çarpımı, dünyanın güneşten yaklaşık uzaklığı olan 149 milyon kilometreyi vermektedir. Piramidin iki kenar toplamının yüksekliğe oranı pi sayısını oluşturur.. Piramidin tam uç noktasından geçen meridyen, kara ve denizleri iki eşit parçaya bölerken Keops un üzerinde bulunduğu 30. paralel ve dünyanın diğer gizemli noktalarıyla şaşırtıcı bir şekilde birleşir.. Piramidin tepesinden doğuya uzatılan dümdüz bir çizgi, Tibet’in başkenti Lh’assa’ya , bu noktadan 60 derecelik bir açıyla dönüldüğünde Atlantis’in battığı kabul edilen Atlantik okyanusuna, yine bir 60 derece dönüldüğünde ise ulaşılan yer, Yukatan yarımadasındaki diğer bir başka gizemi olan Maya piramitleridir.

Belçika asıllı mühendis ve piramit araştırmacısı Robert Bauval, Keops (diğer adlarıyla Khufu), Kefren( Khafra) ve Mikerinos (Menkaura) piramitlerinin dizilişleri ile ilgili olarak gerçekten önemli bir keşifte bulunmuş ve Orion takımyıldızının kemer yıldızları olan Alnilam, Alnitak ve Mintaka yıldızlarının gökteki konumunun söz konusu piramitlerin dizilişinin izdüşümü olduğunu bulmuştur. Bu üç piramit Orion takımyıldızını işaret etmektir.Ve üç piramitte de peş peşe kral olan kendi adlarıyla anılan Khufu, Khafra ve Menkaura tarafından yaptırılmışlardır.
Üç büyük piramidin sıralanışında bir gariplik fark eden Bauval ilk iki piramit köşelerinden birbirinin tam hizasında yerleştirildiği halde, üçüncü piramit olan Menkaure’nin hafifçe sola kaymış olduğunu fark etmiştir.. Eski Mısır uygarlığında tapınakların belli yıldızlara göre hizalandığını ilen Bauval, 1979 da bir çöl gezisi sırasında gece gökyüzünü incelerken Orion takım yıldızının merkezindeki üç yıldızın aynı Gize piramitlerinde olduğu gibi sıralanmış olduğunu gördü. Bauval bir bilgisayar programı olan (sky globe 3.2 ) yardımıyla Orion ile piramitlerin birebir aynı doğrultuya yerleştiği tarihe yaptığı geri arama çalışması sonunda elde ettiği sonuç ; M.Ö. 10450 idi.

Daha sonra bütün bu heyecanlı araştırma macerasını 1994 de “The Orion Mystery” , ülkemizde de “Tanrıların evi Orion’da” olarak yayınlanan kitapta ayrıntılı bir şekilde yazarak diğer araştırmacıların ufkunu genişletmiştir.
Bu tespitten yaklaşık 50 sene önce 1930 lar da büyük piramidin kimler tarafından neden ve ne zaman inşa edildiği konusunu irdelendiği dönemde, Andre Bovis adlı bir Fransız’da çok ilginç başka bir saptama yaptı. Piramit Odalardan birinde bulunan ölü hayvan artıklarının beklendiği gibi iğrenç olmadıklarını ve uzun araştırmalardan sonra, bunların mumyalandıkları şekilde durduklarını fark etti.
Fransa’ya döndüğünde, Büyük Piramidin bir kopyasını yaparak ne olacağını görmek için, , içine et koyduğu piramitle yapılan bu ilk deneyde et çürümemiş, ancak sanki suyu çekilmiş bir hale gelip herhangi bir kokuda yaymamış.. Bovis, araştırılması için çağının bilim çevrelerine bu ilginç buluşunu açıklamaya kalktıysa da o dönemin bilim otoriteleri bu araştırmayı gülünç bularak üzerinde durulmaya layık görmemişlerdir. Andre Bovis, piramidal yapının içinde bir enerjinin ortaya çıktığını keşfeden ilk araştırmacıdır ve yaptığı piramit modelleri hala aynı şekilde işlevlerini sürdürmeye devam etmektedir.

Rus bilim adamı ve piramit araştırmacı Serge V. King’de piramitlerle birçok deneyler yapmış ve bu deneylerini açıklamıştır. Birçok piramit araştırmacı ve deneycilerin ortak gözlemlerine göre çok ilginç sonuçlar ortaya çıkmıştır.
Piramitlerle yapılan bu deneylerde, filizlerin daha bol ve lezzetli şekilde geliştikleri, uzun süre taze kaldıkları gözlenmiştir..
Piramitlerin enerjisi konusundaki ilk deneyler, yiyecekler ve etler üzerinde yoğunlaşmıştı.. Etlerle yapılan deneylerde, piramidin altına bırakılan et parçalarının yüzeye su zerrecikleri çıkararak küçüldüğü ama çürümediği meyve suları ve yumurtalarında , lezzetlerinde ve tazeliklerini korumada belirgin farklar tespit edilmiştir.
Piramidin altında işlenmiş süt uzun süre taze kalırken ,yine piramit altına bırakılan elma üç ay bozulmamıştır.

Piramidin tat vermesi, tat olayını gerçekleştiren enzimlerin aksiyonunu hızlandırdığı düşünülürken diğer bir olguda dehidrasyon olayının tat oluşumunu hazırlamasıdır.
Diğer ilginç uygulama ise şarap işlenmesindeki fantastik neticelerdir ki yapılan deneylerde çok ucuz şaraplar kullanılıp, piramit altında yaklaşık yarım saat bekletildiğinde ucuz şarap, kaliteli bir şarap kadar iyi tat vermiş, kokusu güzelleşirken sertliği azalmıştır. Piramidin altında şarabın alkol oranında değişiklikler olduğu düşünülüyor.
Piramit enerjisini keşfeden birçok insan meyve ve sebzelerle kuru yiyecekleri korumak için oldukça büyük piramitler kullanmaktadır.. Besin maddeleri taze kalmakta ve zararlı böceklerin istilasına daha az uğradığını iddia edilmektedir.
Hayvanlar da piramitlerden hoşlanıyor. Eğer piramit açık bir yere konursa, kedi ve köpekler orayı, tercih edilen bir dinlenme yeri olarak kabul ediyor..
Bu konuda pek çok üniversite, fareleri iyileştirmek için piramidin etkileriyle ilgili araştırmalar yapmış deneylerde bir kaza sonrasında hayvanların tüylerinin daha kısa sürede büyüdüğünü ve hayvan derilerinde meydana gelen yaralanmaların hızla iyileştiğini gözlenmiştir.
Bill Kerrel ve Kathy Goggin adlı araştırmacılar, karideslerle yaptıkları deneylerde piramit altında daha hızlı büyüdüğünü belirtmişlerdir.

Piramidin enerjisi bedenin hızlı ve etkin biçimde iyileşmesini sağlayarak tedaviye de katkıda bulunmaktadır. Bilinç altında iyileşmeye direnç olmadığı sürece bazı hafif rahatsızlıklar piramit enerjisiyle tedavi edilmektedir. Piramidin adaleleri yatıştırarak baş ağrılarına iyi geldiği biliniyor. 1940 da diğer bir piramit araştırmacısı Çekoslovak Karl Drbal, piramit altında ustura bıçağının keskinleştiğini keşfetmiş , daha sonrada baş ağrılarını dindirmek için piramit şeklinde şapkalar üretmiştir. Bu buluşu için bröve talebinde bulunan Drbal’ın 15 cm yüksekliğinde piramit şapkaları riskleri kullanıcıya ait olmak üzere baş ağrılarına karşı kullanabiliyor. Yara ve kesiklerle yapılan bir çok deneyde piramit kullanılmış, yaralı organ piramidin altında acısının dinerek kısa sürede iyileştiği gözlenmiştir. Burada önemli olan piramidin acıyı hafiflettiği ancak iyileştirmediğidir.
Piramit enerjisi enfeksiyonu etkisizleştirirken piramitten gelen enerjinin hastalığa yol açan bakterilerin hareketini durdurduğu sanılmaktadır.
Bir çok deneyde bir piramidin altında düzenli olarak uyuyan bir kimsenin kendisini huzurlu hissettiği ve kısa süreli bir uykunun yeterli olduğu gözlenmiştir.
Yine gevşemeye yardımcı olarak meditasyon için mükemmel bir araç olduğu söylenirken bir çok kişi piramit altında çalışırken kolaylıkla konsantre olduklarını ifade etmişlerdir. Piramit deneylerinin ortak sonucu kişinin enerjiyle “şarj” olduğu duygusudur. Piramit formunda imgeleme yöntemi ile enerji alanını korumak için yapılan meditasyon teknikleri vardır.
Elektrik ile piramitlerin enerjisi arasında sıkı bir ilişkinin olduğunu bilinmekte olup Piramit enerjisinin kullanılabilir elektriğe dönüştürme işlemi olarak pillerin şarjını örnek olarak gösterilebilir.
Elektrikle piramit enerjisi arasındaki ilişkiyi gösteren en etkin gözlem pillerin şarj olduğu deneyidir ki cep lambalarını piramit altında tutarak deneyler yapılabilir.
Piramit enerjisinin geometrik şeklinin verdiği özellikle yer küredeki manyetik akımları kendi bünyesinde toplayarak bir enerji alanı yarattığı bilinmektedir.Bir köşesinin manyetik kuzeye bakması ile piramitte (+) (-) kutuplar oluşmaktadır.
Mısırolog, bilim adamı ve metafizikçilerin hep merak ve araştırma konusu olmuş gizemli piramitlerin artık sırlarını çözebilecekmiyiz?
Yada araştırmalara milyon dolarlar harcayan devletler işin sırrını çözdü de biz mi bilmiyoruz?
Tamamlayıcı tıpta bir çok hastalığın teşhis ve tedavisinde kolay ve ucuz teknikler bilinip, nasıl henüz herkesin yararlanabilmesi için geçen süre yavaş işliyorsa, her zaman sonsuz ve ucuz bir enerji kaynağı arayışı içinde olan insanoğlu bu arzusuna piramit enerjisini çözüp, herkesin kullanımına sunulduğu zaman mı kavuşacak?
Bilimin sınırları zorlayan kişilerin, karşılaştıkları en büyük güçlüklerden birisi, elde edilen sonuçların yayınlanmasıdır. Robert Bouval yıllarca izlerini sürdüğü gizemi ;1979 da Orion takım yıldızının Gize’deki piramitlere olan izdüşüm tespitini “Ejiptoloji Tartışmaları” dergisinde ancak 6 sene sonra yayınlatabilmiştir.
Bugün “Bilim” dediğimiz somut gerçekler “Bilim olma yolunda” acılı ve zorlu bir yol kat eder. Merak ve hayal gücüyle başlayan araştırma ve çalışmalar önce alay konusu, elde tutulacak kanıtlar oluşmaya başlayınca da eski bilgileri değiştirmek istemeyen otoritelerce aşağılanıp suçlanır. Birçok mucit ve kaşif bu korku tünelindeki ışığı görmeseydi bugün ne telefon olurdu, ne elektrik ve ampul, ne otomobiller ve uçaklar. Cesur ve geniş vizyonlu bilim adamların tarifine göre “ Bilim dünyası da bir ormana benzer ve kendilerine benzemeyen her üye ormandan kovulur. Ancak bilim her zaman her yerde, ister bir garajda ya da bodrum katında hep yoluna devam etmiştir.

Bugün teknoloji dediğimiz her şey, mutfakta pişip önümüze gelinceye kadar maceralı bir dönemden geçer.Eski kardinal ve engizisyonun yerini bugün bazı tröstler aldıysa da güneş de hiçbir zaman balçıkla sıvanamamıştır.
Bovis’in 1930 da etlerle yaptığı deneyden bu yana 76 sene geçmiş. Piramitlerle ilgili gizemi çözmek için oldukça uzun bir süre olsa da, piramitler cazibelerinden hiçbir şey kaybetmemişlerdir.Piramitlerin gizemi çözüldükçe, bilim adamlarının karşısına bir başka gizem çıkmaktadır.
Bugün bilime ulaşmanın en güzel yanı ise herkes kendi bilimini kendisi deneyimleyebilmesidir. Eğer buna piramitlerden başlamak isterseniz , mutfağınızda veya bahçenizde küçük deneyler yapabilirsiniz. Yada piramit enerjisini gerçekten ciddiye alan Kanada’lı girişimci gibi piramit depolar yapıp, organik şaraplarınızı saklayabilirisiniz. Bu gerçekten parlak bir fikir!
Bu firma bir organik şarap üreticisidir ve piramidin şaraplar üzerindeki etkisini keşfetmiş ve uygulamaya geçirmiştir.
Yada piramit şeklinde yapılmış süt kutusu üretip tam 12 den vurabilirisiniz.
Ben mutfakta domateslerle başladım.Bahçe deneylerinde İlk denemeler için turp tavsiye ediliyor. Her zaman piramidin bir köşesinin manyetik kuzeye gelmesine dikkat edin.

Türkiye’de de bu ilginç ve gelecek vadeden alanda ciddi çalışmalar yapan ve deneyimlerini paylaşan ileri görüşlü girişimciler var. Piramit yapımı ve kullanımı hakkında deneyimliler ve gerçek ölçülerine göre yapılmış piramitleri buradan temin edebilirsiniz.Piramit kullanmadan önce bu alanda bilgi ve araştırma yapanların deneyimlerinden yararlanmakta fayda adresinden piramit kullanımı hakkında daha geniş bilgi alabilirsiniz
Piramidi kişisel amaçla kullanırken vücut organlarının çalışma saatleri ve ayın evreleri gibi doğa etkenlerini göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Piramidin gizemli sırrı mutfağınızdaki bir deneyde yada bahçenizde yapacağınız bir gözlemde saklı olabilir,
Ve beklide yıldızlara tekrar dokunmaya çok az zaman kalmıştır!
“Yaşayan yıldız gibi bir ruh ol…”(Papirus Metinleri 904)
“Ben bir ruhum…altın bir yıldızım…” (PM 886-9)
“göklere yüksel…gökler sana Orion gibi yeniden doğum versin..” (PM 2116)
Alintidir.
 
           


MISIR PİRAMİTLERİ VE BİLİNMEYENLER

"Eski ya da modern, hiçbir insan mimarlık sanatını Eski Mısırlılar kadar harikulade, büyük ve heybetli boyutlarda uygulamadı."
Champollion


Mısır Piramitleri'ni inceleyenler genelde iki temeî soruyla karşılaşırlar: Birincisi, kimin ne zaman ve niye yaptığı, ikincisi de nasıl yapıldığı... Bütün araştırmalara rağmen bu soruların inandırıcı biçimde yanıtlandığını söyleyemeyiz. Çeşitli varsayımlar öne sürülmüş ancak hiçbiri tam olarak kanıtianamamıştır.

Klasik tarihçilere göre Mısır uygarlığı yaklaşık olarak MÖ 3000 yıllarında Firavun (Kral) Meneş'le başlar. Erken Hanedanlar Dönemi olarak bilinen ve yaklaşık 350 yıl süren bu dönemde 1., 2. ve 3. hanedanlara mensup 18 firavun hüküm sürmüştür. İlk piramit MÖ 2630 -2611yılları arasında Firavun Zoser'in döneminde Sakkara'da yapılmıştır. Merdivenli ya da basamaklı piramit olarak da bilinir. Dahşur ve Maydum'da bulunan piramitlerin de bu dönemden kaldığı sanılmaktadır.
Sonra Eski Krallık Dönemi gelir. MÖ 2575-2134 tarihleri arasında geçen bu dönem 4. Hanedanla başlamış olup piramit yapımının en ileri aşamasına ulaştığı dönemdir. Cize Piramitleri bu dönemde Kufu (MÖ 2551-2528), Kafra (MÖ 2520-2494) ve Menkaura (MÖ 2490-2472) tarafından yaptırılmıştır. Piramit yapımı yüzlerce yıl devam etmiş, ancak hiçbiri Cize Piramitleri'nin görkemine ulaşamamıştır. 



 
Cize aslında yalnızca üç piramitten oluşmamaktadır; bunlara ek olarak çeşitli tapınaklar, mastabalar, oyma mezarlar, bağlantı yolları ve tabii ünlü Sfenks'den oluşan bir gruptur.
Cize platosunda 9 tane piramit var. Bazı araştırmacılar 6 küçük piramidi "kraliçe piramitleri" olarak adlandırıyor.
Cize dünyanın en çok araştırılan arkeolojik kalıntısıdır dersek abartmış olmayız. En eski çağlardan bu yana hep gizemli kalmış, ne olduğu, kimin tarafından, ne zaman, niye ve nasıl yapıldığı günümüze kadar tam olarak çözülememiştir. Bazı çağdaş araştırmacılar bu yapıtların MÖ 3000'lerden öncesine gittiğini söylüyor.



Gize (Cize) piramiterinin toplu görünümü

Yunanlı tarihçi Herodot üç büyük piramidin sırasıyla Kufu, Kafra ve Menkaura' tarafından yapıldığını ilk söyleyen olmuştur. Daha sonra gelen tarihçilerin hemen hepsi bunu kabul etmiş ve Cize'deki yapımların MÖ 2550 yıllarında başladığını söylemişlerdir.

Ancak Herödot ne ölçüde güvenilirdir? Örneğin Kufu'nun 50 yıl hüküm sürdüğünü, Büyük Piramidin yolunun 10 yılda, piramidin kendisinin ise 20 yılda, yani toplam 30 yılda yapıldığım yazar. Oysa günümüzde Kufu'nun MÖ 2551 - 2528 arasında yani 23 yıl hüküm sürdüğü kabul ediliyor. 

             


Herodot'un Mısır'a gidişi Kufu'dan 2000 yıl sonradır, yararlandığı kaynaklar ise Mısırlı rahiplerdir. Bu kişilerin pek de güvenilir olmadığını bizzat British Museum Dictionary of Ancient Egypt not etmiş:
"...(Bu rahiplerin) çoğu alt düzeydeki görevlilerdi ve kendi bilgileriyle böbürlenmek için karşılarına çıkan kişileri aldatmaktan çekinmemiş olabilirler."
Yani British Museum yetkililerine göre Herodot kaynak olarak kullandığı rahipler tarafından aldatılmış olabilir!
Birinci Piramidin Kufu tarafından yaptırıldığına dair ikinci kanıt 1837 yılında Howard Vyse adındaki İngiliz kaşif tarafından piramidin içinde, Kral Dairesi diye bilinen bölümün üstündeki bölümlerde bulunan yazılardır. Ancak ileride göreceğimiz gibi bu yazıların gerçek olmadığı ve şöhret peşinde koşan Vyse'ın burada sahtecilik yaptığına dair ciddi iddialar vardır. Bir başka soru ise şudur ki, günümüzün ileri gelen Mısır tarihçilerinden Mark Lehner The Complete Pyramids adlı kitabında bulunan yazıtları incelemiş ve üst düzey görevlilerin mezarı olan batı mastaba alanına Kufu tahta çıktıktan beş yıl sonra, akrabalarının mezarı olan doğu mastabalarınm ise on iki yıl sonra yapımına başlandığını söylemiştir. Oysa Kufu herhalde önceliği kendi piramidine verir, onu bitirmeden önce başka mezarlarla uğraşmazdı!
August Mariette tarafından 1800 yılında bulunan ve halen Kahire Müzesi'nde olan bir plakette şunlar yazılı:
"O (Kufu) Sfenks Tapınağı'nın yanına, piramidin hanımı olan İsis için bir tapınağın temelini attı..."
Bu sözlerden piramidin, Sfenks'in ve Sfenks Tapınağı'nın Kufu zamanında var olduğu sonucunu çıkarmak mümkün.
Daha ilginç olan, Mariette'in bulduğu plakette Büyük Piramidin hanımının İsis olduğu, yani bu piramidin Kufu'ya ait olmadığı gibi bir ifade var.
Ama esas ihtilaf Kafra tarafından yaptırıldığı öne sürülen Sfenks heykelinde çıkmıştır. Sfenks geniş bir giriş yoluyla İkinci Piramide bağlıdır. İkinci Piramidin Kafra tarafından yaptırıldığı klasik tarihçilerce kabul edildiğine göre Sfenks'in de Kafra tarafından yaptırılmış olması gerekir deniliyor. Ayrıca Kahire Müzesi'ndeki ünlü Kafra heykelinin Sfenks'e benzemesi de kanıt olarak gösteriliyor 




 
Ancak bunu kabul etmeyenler var. Ve bunların başında gelenlerden biri olan John Anthony West, New York Emniyet Müdürlüğünde görevli robot resim uzmanı Frank Domingo'ya konuyu inceletmiş. Domingo raporunda Kahire Müzesi'ndeki heykelle Sfenks'in kafasının kesinlikle aynı şahsa ait olmadığını söylüyor.
Gene John Anthony West Sfenks'in MÖ 2500'lerde değil, çok daha eski tarihlerde yapıldığını iddia ediyor. Bu konuda Boston Üniversitesi arkeoloji profesörü Robert Schoch'a bir inceleme yaptırmış.
Schoch mahallinde ayrıntılı bir araştırma yaptıktan sonra Voices of the Rocks adlı bir kitap yazmış. O da Sfenks'in gövdeîjıdeki aşınmanın rüzgar ve kumun değil, şiddetli yağmurun etkisiyle olduğunu söylüyor. Cize bölgesinde böyle yağmurlar en son MÖ 6000 yılları öncesinde yağmıştı, dolayısıyla Sfenks'in daha da önce yapılmış olması gerekiyor.







Sfenks 'teki aşınmanın yağmur nedeniyle olduğu görülüyor.
Graham Hancock ve Robert
Bauval daha da geriye gidiyor ve Message of the Sphira adlı kitapla
rında Sfenks'in MÖ 10.500 yıllarındaki gökyüzünü işaret ettiğini söylüyorlar. Sfenks'in çok önemli bir simgesel değer taşıdığını ve gökyüzü ile bağlantılı olduğunu,
Sfenks'in gövdesi aslan biçiminde olduğuna göre, bunun Aslan Burcu ile ilişkili olmasıgerektiğinden yola çıkmışlar.Yaptıkları astronomik incelemede Aslan Burcu'nun MÖ 10.500 yılında helyak olarak,yani Güneş'le birlikte doğudan ve Sfenks'in tam karşısındanyükseldiğini bulmuşlar.
Hancock'la Bauval bir yandan aşınma desenlerini, bir yandan da gökyüzü bağlantılarını Sfenks'in MÖ 10.500 yıllarında yapıldığına dair kanıt olarak gösteriyorlar. 



Ve bu noktada ortaya bir başka soru çıkıyor:
Önceden de söz ettiğimiz gibi Cize'yi bir kompleks, eski deyimiyle "külliye" olarak düşünmek gerekir. Ancak elimizdeki bulgular yapımının binlerce yıl sürdüğünü gösteriyor. Hancock'la Bauval yaptıkları bir başka astronomik araştırmada Kufu Piramidi'nin MÖ 2500 yıllarında, yani klasik görüşe uygun bir tarihte yapıldığını söylüyorlar. Yazarlar bu kanıya piramidin içindeki Kral ve Kraliçe Odaları'ndaki "havalandırma amaçlı" olduğu varsayılan kanalların yönlerini inceleyerek varmışlar.
Ve soru şu; eğer Sfenks MÖ 10.500'de yapıldıysa, niye Büyük Piramidin yapılması için 8000 yıl beklendi?

Hancock'la Bauval'e göre MÖ 10.500'de Aslan Burcu doğuda, Sfenks'in tam karşısındaydı ama, Orion Takımyıldızı uzakta kalıyordu. O günlerde gökyüzüne bakan bir gözlemci Orion'u tam karşısına alabilmek için 90 derece dönmek mecburiyetindeydi. Oysa Orion Osiris'in simgesiydi ve Mısır inanç sisteminin kilit Tanrısıydı.
Dolayısıyla Mısırlı bekledi. Presesyon Kayması'ndan haberi vardı ve Orion'un eninde sonunda doğru yere geleceğini biliyordu. Olay MÖ 2500'de gerçekleşti ve Büyük Piramit yapıldı. Hancock'la Bauval'in görüşü böyle...
Bu noktada Büyük Piramidi biraz daha ayrıntılı incelemek yerinde olur ve çıkış noktası olarak da Cize'nin coğrafi konumundan başlayabiliriz.
Cize yaklaşık olarak 30° Kuzey enlem ve 30° Doğu boylam çizgileri üstündedir. Bu konumuyla dünya üstündeki toprak kitlelerinin tam merkezindedir. Bazı araştırmacılar bunun da bir simge olduğunu öne sürmüşler, örneğin Rand Flem-Ath, Colin Wilson'la birlikte yazdığı The Atlantis Blueprint adlı kitapta Cize'nin dünyadaki önemli kutsal yerlerden biri olduğunu ve bu özelliğe üstündeki yapıtlardan değil, coğrafi konumundan dolayı sahip olduğunu söyler.
Flem-Ath bu konuda yalnız değildi. Daha 1884 yılında İskoçyalı Prof. Charles Piazzi Smyth "0" boylamının Cize'ye alınması gerektiğini söylemişti. İlginçtir ama, o tarihe kadar standart bir "ana boylam" tanımı yoktu. Açık denizlerde gemisi olan hemen her ülke kendi başkentini 0° boylam kabul ediyordu. Bu kargaşaya son vermek için 25 ülkenin temsilcisi Washington'da toplandı. Piazzi Smyth tezini Cize'den geçecek boylam çizgisinin en çok kara kitlesi kat eden boylam olacağı, Büyük Piramidin bugüne kadar yapılan en görkemli yapıt olduğu gibi nedenlere bağlıyor ve hatta Kudüs'e yakınlığı nedeniyle İsa'nın ikinci gelişinin buralarda olacağı ve iyi bir Hıristiyan olarak temsilcilerin Cize lehinde oy kullanmaları gerektiğini vurguluyordu.
Ancak Washington'da toplanan temsilciler olaya Hıristiyan değil, bilim adamı olarak bakıyorlardı ve beklenen sonuç oldu. 25 kişiden 23'ünün oyuyla Greenwich "Ana Boylam" olarak kabul edildi.

Flem-Ath karmaşık bir hesap sistemi geliştirmişti. Çıkış noktası Hapgood'un daha önce söz ettiğimiz "yer kabuğunun toplu kayması" teziydi. Tarih öncesi çağlarda bu gibi kaymaların birkaç kez olduğunu ve her seferinde Kuzey Kutbu'nun yerinin değiştiğini söylüyordu. Flem-Ath'a göre Kuzey Kutbu'nun daha önceki yerleri arasında Alaska'da Yukon ve Kanada'da Hudson Körfezi vardı.
Flem-Ath'ın amacı dünyada on binlerce yıl öncesinde açık denizleri dolaşan ileri teknolojiye sahip insanların olduğunu göstermekti. Bunlardan sonuncusunun Atlantis olduğunu5 ve MÖ 9600 yıllarında meydana gelen çok büyük bir felaket sonunda yok olunca kurtulanlar dünyaya dağılmış ve kutsal yer olarak bilinen Cize, Quito, Babil, Kar-taca, Biblos, Nazca, Tiahuanaco, Angkor ve Stonehenge gibi yerlerde gördüğümüz arkeolojik kalıntılar bu kişiler tarafından yapılmıştı.
Şimdi Büyük Piramidin özelliklerine bakalım...
Piramitlerle ilgili ilk yazılı kayda Herodot Tarihi'nde rastlıyoruz. Herodot birinci piramidin Kufu, ikincinin Kafra, üçüncünün de Menkaura tarafından yapıldığını yazmış. Kufu'nun çok gaddar bir kral olduğunu, bir ara parasız kalınca öz kızını genelevde çalışmaya gönderdiğini, kızın yeterince para kazandığını ve bu arada her müşteriden bir "hatıra" taş isteyerek kendine de küçük bir piramit yaptırdığını söylüyor. 




Herodot'a göre giriş yolu ve piramidin yapımında 100.000 kişi çalışmıştır. Ekipler üç ayda bir değiştirilirken taş bloklar kısa kalaslardan yapılan bir makineyle basamak basamak yukarı çıkartılıyormuş.
Büyük Piramidin alt kenar boylan şöyledir: Batı Taban Kenarı 230.36 m. Kuzey Taban Kenarı 230.25 m. Doğu Taban Kenan 230.39 m. Güney Taban Kenarı 230.45 m. Toplam Çevre Uzunluğu 921.45 m.
Öte yanda yükseklik 146.73 metredir. Bu çok ilginçtir, çünkü piramitteki çevre-yükseklik oranı daire-yarı çap oranına eşittir. Yani piramidi inşa edenler geometrideki n (pi) değişmezini kullanmışlardır.
Bazı araştırmacılar bunu "piramidin kuzey yarımküreyi simgelemesi" şeklinde yorumluyorlar.6 Aslında dünyamız tam bir küre olmadığı ve kutuplar biraz daha basık olduğu için tam mutabakat yoktur. Bu nedenle yüzde 0.7 kadar bir fark vardır. Ve bazı kişiler de buna dayanarak olayın bir tesadüf olduğunu öne sürüyorlar.
Eğer yalnızca n ölçüsü söz konusu olsaydı, tesadüf olasılığı kabul edilebilirdi. Ancak Büyük Piramidin daha pek çok özelliği var; örneğin kenarlar dört yöne de 0" toleransla tam karşıdan bakıyorlar. Bu konumu "tesadüfen" sağlamak pek inandırıcı değil.
Taban karesinin ölçülerinde sıfır hataya yakın bir hassasiyet görüyoruz. En uzun kenarla en kısa kenar arasında boy olarak sadece yüzde 0.8 hata var. Piramidi yapanların kocaman taş bloklarla çalıştığını düşünürsek, ne kadar hassas davrandıklarını anlarız. Açılarda ise 90"'den en fazla sapma 0°0333 ile güneydoğu köşesinde... Üstelik bu hassasiyeti düz arazide değil, piramidin ortasında kalan çok engebeli bir arazi üstünde başarmışlar!
Ancak Büyük Piramidin boyutlarında bir başka oran daha çıkıyor; başta mimar ve ressamların kullandığı 0 (fi) ya da genel deyimiyle "altın kesit" oranı... Sayısal değeri 1.618 olarak alınır ama tıpkı " ? " gibi tekerrür etmeyen ve sonsuza kadar giden bir kesirdir.
Ancak Büyük Piramidin içine girdiğimiz zaman daha da şaşırtıcı şeylerle karşılaşıyoruz.
Büyük Piramidin iç yapısı bugüne kadar ne olduğu, niye yapıldığı tam olarak çözülememiş çeşitli bölümlerden oluşuyor. 




Halife Memnun 'un açtığı yol
MS 820 yılında Halife Memun Büyük Piramide girmeye ve rivayet edildiği gibi hazinelerle dolu olup olmadığını görmeye karar verdi. Ancak kuzey duvarındaki giriş çoktan kaybolmuş ve unutulmuştu. Görünürde başka da giriş yoktu. Memun zorlayarak girmek istedi; aylar süren çalışmalar sonucu ancak 25-30 metrelik bir tünel kazabildiler. Görünürde hiçbir şey yoktu, sanki dev yapıt masif bir taş yığınıydı. Nitekim dümdüz kazmaya devam etseler, hiçbir şey görmeden piramidin öbür tarafından çıkmış olurlardı. Ancak şans Memun'a yardım etti. Tesadüf eseri tünel kazmaya tam giriş yolunun altından başlamışlardı. Tam bırakacakları sırada yukarıdaki geçitte tavandan düşen bir taşın boğuk sesini duydular ve sesin geldiği yere doğru kazarak girişten aşağı inen geçidi buldular. Araplar önce yukarı doğru çıkıp gizli girişe ulaştılar, sonra geri dönüp bu kez aşağı doğru indiler ve küçük bir yeraltı odasına vardılar. Odanın öte yanındaki tünele girdiler ama bu tünel hiçbir yere gitmiyordu.
Memun tekrar tavandan düşen taşı ilk buldukları yere döndü. Buradan yukarı doğru çıkan bir yol vardı ama masif bir granit blok yolu tıkıyordu. Memun granitin çevresinden kazarak devam etmek istedi, iki granit tıkaç daha gördüler. Bunların da çevresinden kazarak ayakta durabildikleri bir yere ulaştılar. Buradan ileri doğru devam eden düz bir geçit yolu vardı ve bu yolu izleyerek duvarları tuz kaplı, sivri tavanlı bir odaya girdiler. Oda bomboştu. Bir duvarı kazıdılar ama hazine yoktu. Odaya Kraliçe Odası adını verdiler ve tekrar geri dönüp bu kez yukarı çıkan geçitten yürüdüler. Bu yol birden görkemli bir galeriye dönüştü. Yukarıda bir metre yükseklikte bir kaya engel vardı. Bunun üstünden geçen Araplar bekleme odasına benzer bir açıklığa girdiler. Karşıda yan duvarlara oyulmuş kanallardan kayarak aşağı inen bir granit blok daha vardı. Ancak kanallar zemine yaklaşık 1.20 metre kala bitiyordu, yani geçidi tam kapatması mümkün değildi. Daha ileride başka oyuklar da vardı, bunlar yere kadar iniyorlardı ama granit engeller yoktu. Tek yol alçak bir geçitti. Araplar bunu da geçti ve nihayet büyük bir odaya ulaştılar. Kral Odası adını verdikleri bu odada kocaman bir taş lahitten başka hiçbir şey yoktu.
Lahidin boyutları geçitten büyüktü ve görünüşe göre inşaat sırasında çevresi daha açıkken yerine konmuştu. Ama içi boştu, bu da Büyük Piramidin bir mezar olmadığını gösteriyordu, çünkü oraya konmuş bir tabutu mezar soyguncularının dışarı çıkarması mümkün değildi.
Bir sorun daha vardı; girişteki geçidi kapatan üç granit blok galeriden aşağı doğru kaydırılarak yerlerine konmuşlardı. Bu ancak yukarıdaki işçiler tarafından yapılabilirdi ama o zaman da kendilerine hiçbir çıkış yolu kalmazdı. İçeride hiçbir iskelet ya da başka kalıntı yoktu. Peki o işçiler granit tıkaçları kaydırdıktan sonra nasıl dışarı çıkmışlardı?
Konu yaklaşık 800 yıl süreyle sırrını korudu. 1638 yılında John Greaves adında bir İngiliz gökbilimci çıkan geçidin galeriyle birleştiği yerde kuyu basma benzer bir delik gördü. İnmek istedi ama kuyu taş, toprak ve kumla dolu olduğu için başaramayıp bıraktı. 1814 yılında Giovanni Caviglia adlı bir İtalyan tekrar bu yoldan aşağı inmeyi denedi ve kuyunun aslında yer altı odasına giden iniş yoluna bağlandığını keşfetti. Bu keşif granit tıkaçları kaydıran işçilerin bu yoldan çıkmış olabileceğini gösteriyordu ama kuyu geçidi doldurulmuştu. Bu da ancak yukarıdan moloz ve kum dökmekle mümkün olurdu ve bu kez "Peki o işçiler nereden çıktı?" sorusu geliyordu.
Bütün bunların bir tek akla yakın yanıtı var. Gerek granit blokların kaydırılması ve gerekse kuyu geçidinin doldurulması piramidin üstü henüz açıkken yapılmıştır. Bu işleri Kufu'nun yaptığını kabul edecek olursak bu kez de başka bir soru çıkıyor: Bütün girişler önceden tıkanırsa tabut nasıl içeri girer? Bunun da tek yanıtı var: Piramidin üstü açık bırakılır ve Kufu'nun cenaze töreninden sonra kapatılır... Bu varsayımı British Museum uzmanlarından Prof. I. E. S. Edwards öne sürmüştü. Makul görünüyor ama o zaman da hırsızlar önceden içeriyi dolaşıp her şeyi öğrenirler; Kufu'nun mezarı da hemen soyulurdu!
Colin Wilson'un ilginç bir düşüncesi var. Özetle şöyle diyor: "Kufu bu noktada çözüm bulamadığı için Büyük Piramide gömülmekten vazgeçti. Kendine başka bir mezar yaptırdı ama piramidi bitirdi. Öldüğü zaman öbür mezara gömüldü ve Büyük Piramidi mezar soyguncuları için bir şaşırtmaca olarak bıraktı."
Sonuçta Büyük Piramidin hemen her yönüyle sırrını koruduğunu ve dünyanın en çok araştırılan kalıntısı olmasına rağmen bugüne kadar yanıtlanamamış pek çok soru olduğunu görüyoruz:
1.Kraliçe Odası niye bitirilmemiş?
2.Niye duvarları tuzla kaplı?
3.Niye Bekleme Odası duvarlarına kanallar oyulmuş ama engelleyici bloklar (portcullis) konmamış?
4.Kraliçe Odası'ndaki girinti (niş) neye yarıyor?
5.Kraliçe Odası'na giden geçitte niye 65 cm yükseklikte bir basamak var?
6.Piramit taş blokların kat kat dizilmesiyle yapılmış. Niye 36. kattaki bloklar diğerlerinden çok daha büyük?
7.Kraliçe Odası'nda "havalandırma kanalı" denilen kanallar piramidin dışına açılmıyor, hatta odayla da bağlantısı yok. Peki niye yapıldı, ne işe yarıyor?"
Bu soruları yanıtlamak için pek çok varsayım geliştirilmiş. Ancak hepsi spekülatif ve hiçbiri kesin olarak kanıtlanamamış.
Örneğin kanalları ele alalım: İkisi Kral Odası'nın, ikisi de Kraliçe Odası'nın kuzey ve güney duvarlarından yukarı doğru çıkan dört kanal var. Duvara düz olarak giriyor, sonra yukarı dönüyor ve piramidin dış duvarlarına doğru ilerliyorlar. Açıları farklı; örneğin Kral Odası'nın kuzey kanalı ufuk hattına göre 32°28', güney kanalı ise 45°14'. Boyları da farklı;Kral Odası'nın kuzeyindeki kanal 65 m iken Kraliçe Odası'nın kuzeyindeki kanal yalnızca 24 m. Daha da ilginç olanı, Kraliçe Odası'ndan çıkan kanallar yapıldığı zaman ne odada, ne de piramidin duvarında menfez bırakılmamış olmasıdır. Bu durum kanalların herhangi bir havalandırma işlevi gösteriyor.
Öte yanda kanallar bazı araştırmacıların öne sürdüğü gibi iş bittikten sonra delinerek yapılmamış. Taş bloklar tek tek meyilli kesilmiş, oyulmuş ve piramit kat kat yükseldikçe yerlerine konmuş. Otoritelere göre bu çok zor bir teknik ve gerek dizayn gerekse yontma aşamalarında büyük dikkat gerektiriyor. Böylesine zor bir işi, görünürde hiçbir işlevi olmadığı halde, niçin yapmışlar?
Klasik tarihçiler Kraliçe Odası'nı bitirilmemiş bir mezar odası olarak kabul ettikleri için pek üzerinde durmazlar. Ancak son yıllarda, özellikle Rudolf Gantenbrink adlı bir Alman mühendisin yaptığı araştırma sonunda bu odadaki kanallar büyük tartışmalara neden oldu.
Gantenbrink kanalın içinde yürüyecek küçük bir robot yapmıştı. Upuaut adı verilen bu robot ucunda minik fakat güçlü projektörlere sahip ve video kamerası olan basit bir kızaktı. Dik meyilleri tırmanabilmesi için güçlü bir elektrik motoru takılmıştı.
Gantenbrink'in esas hedefi Kraliçe Odası'ndaki kanalları incelemekti. Bu amaçla Alman Arkeoloji Enstitüsü'ne başvurdu. Ancak o sırada Mısır Eski Eserler Kurumu bu enstitüye Kral Odası'ndaki kanalların temizlenmesi ve vantilatör konulması işini vermişti. Gantenbrink başvurunca, enstitü müdürü her iki işi birden ona verdi.
İlk çalışma 1992 Şubatı'nda Kraliçe Odası'nın güney kanalında başladı. Upuaut yürüdü ve kısa sürede bu kanalın tahmin edildiği gibi 8-10 m değil, daha uzun ol
duğu anlaşıldı. Bu sırada esas işe, yani Kral Odası kanallarına dönmek gerekti. Gantenbrink bu kanalları temizledi, işi vantilatörleri taktıracak olan sponsor firmalara devretti ve Almanya'ya döndü.


Gantenbrink 'in ikinci robotu
Sıra Kraliçe Odası'nın kanallarına gelmişti. Gantenbrink enstitüye yepyeni ve çok daha işlevsel ikinci bir robot yapmayı önerdi. Öneri kabul edildi ve Upuaut 2 yapıldı. Gerçekten de bir teknoloji harikasıydı bu robot. Ancak Mısırlı yetkililerden izin almak gerekiyordu; Gantenbrink 1993 Martında Kahire'ye gitti ve Cize'nin direktörü Zeki Havas'dan sözlü izin alarak çalışmalarına başladı. Ancak aksilikler birbirini izledi. Önce Alman Arkeoloji Enstitüsü desteğini çekti. Sonra Zeki Havas işten alındı. Resmen izni olmadığı halde Gantenbrink işe devam etti ve 22 Mart 1993 günü saat 11.05'de Upuaut 2 yolun sonuna vardı. 65 m kadar yürümüş ve menteşeli bir kapıyla karşılaşmıştı.





Robotun ilerlediği yol ve karşılaştığı gizemli kapı
Bildiğimiz kadarıyla bu kapı henüz açılmış değil, ardında ne olduğunu belki bir gün öğreneceğiz ve böylece kanalların taşıdığı sırrı anlayacağız. Şimdi bu konuda yapılan bazı spekülasyonlara dönelim.
1994 yılında The Orion Mystery adlı bir kitap yayımlandı. Robert Bauval ve Adrian Gilbert tarafından yazılmıştı ve Cize külliyesinin Mısır'daki gökyüzü dini ile ilgili olduğunu ve gökyüzünün yeryüzündeki yansıması şeklinde planlanmış olduğunu iddia ediyordu.
Bauval uzun süredir Menkaura Piramidi'nin niye daha küçük olduğunu ve niye Kufu ve Kafra Piramitleri'nin ekseninde olmadığını araştırmaktaydı. 1983 yılında Suudi Arabistan'da kamp yaparken sabaha karşı gökyüzüne baktı ve Orion Takımyıldızının "kemerinin" yani Zeta, Epsilon ve Delta Orionis'in konumlarının tıpkı üç büyük piramide benzediğini gördü.
Bauval'in haberi yoktu ama konu daha önce gündeme gelmiş, Mısırlı uzman Alexander Badawy Büyük Piramidin güney kanalının MÖ 2550 yıllarında Orion'a baktığını ve bunun Kufu'ya Osiris kimliğine dönüp Orion'a gidebilmesi için yol gösterdiğini öne sürmüş, Amerikalı gökbilimci Virginia Trimble da gerekli hesaplan yaparak bu tezi doğrulamıştı.
Bauval bunu öğrendi ama Trimble'in hesabı kanalın ortadaki Epsilon Orionis'e, yani Kafra Piramidi'ne baktığını gösteriyordu. Oysa Kufu Piramidi'nin karşılığı olan birinci (Zeta Orionis) yıldızına bakması gerekirdi. Yanıtı Gantenbrink buldu. Bauval hesaplarında Petrie'nin bulduğu açıyı, yani 44"30' değerini kullanmıştı, oysa Gantenbrink'in bulgularına göre bu açının tam 45° olduğu kanıtlandı. Bauval gerekli düzeltmeyi yaptı ve Kral Odası güney kanalının gerçekten Zeta Orionis'e yani birinci yıldıza baktığını gördü. Daha sonra Kraliçe Odası'nın güney kanalını inceledi ve bunun da Sirius'a baktığını gördü. Başka bir deyişle güney kanalları Osiris ve İsis'e işaret ediyordu. 



Gilbert 'in M.Ö. 2500 'lerdeki ve daha önceki gökyüzü durumunu ve Giza 'yı gösteren rekonstrüksiyonu 


M.Ö. 10500 yılındaki yıldızların konumu ve Büyük piramitteki yapılaşmanın örtüştüğünü görüyoruz.
Kuzey tarafındaki kanallara gelince Kral Odası'ndaki kanal Alpha Draconis'e (Thuban) işaret ediyordu. Firavunlar çağında bu yıldız "evrensel hamileliği" simgelerdi. Kraliçe Odası'ndaki kanal ise, Beta Ursa Minör (Kochab) yani "ruhun ölmezliğini" simgeleyen yıldıza dönüktü. Bunlar Mısır mitolojisinde çok yüksek önem taşıyan kavramlardı.
Bu kadar bulguyu yeterli gören Bauval tezini açıkladı. The Orion Mystery kısa sürede çok satanlar listesine girdi ve doğal olarak klasik tarihçilerden büyük tepki gördü. Aslında Yeni Çağ araştırmacıları arasında da Bauval'in tezini kabul etmeyenler var. Örneğin Stephen Meh-ler Cize'deki genel piramit konumlarının, Fibonacci helezonuna göre olduğunu öne sürüyor!
Bu arada bir başka sorun daha vardı. Bauval Orion'un dünyadan görünüşünü Presesyon Kayması'na göre incelemiş ve Cize piramitlerinin konumlarının tam olarak MÖ 10.500 yılındaki durumu yansıttığını yazmıştı. Öte yanda kanalın yönü Orion'un MÖ 2550'lerde olduğu yeri gösteriyordu. Eğer piramitler bu dönemde yapılmışsa MÖ 10.500 yılının Orion'unu niye yansıtsındı?
Bauval buna cevap olarak MÖ 10.500 yıllarının Osiris'in "ilk zamanı", Mısırlıların deyimiyle Zep Tepi dönemi olduğunu ve Büyük Piramidin o dönemi simgelemek amacıyla yapıldığını öne sürdü.
Başka bir deyişle, Bauval Büyük Piramidin MÖ 2500'lerde yapıldığını kabul ediyor ama Cize planının MÖ 10.500 yıllarını yansıttığını söylüyor. Öte yanda Cize'deki ilk yapıt olan Sfenks ve Sfenks Tapına-ğı'nın yapımını da MÖ 10.500'lere götürüyor. Bu durumda ortaya şöyle bir ihtimal çıkıyor: Cize'nin planı çok öncelerde hazırlanmış, önce Sfenks ve tapınağı yapılmış, sonra bilinmeyen bir nedenle planın mimarları yok olmuş ve aradan yaklaşık 8000 yıllık bir süreç geçtikten sonra birileri bu planı bulmuş ve piramitleri inşa etmişlerdir.
Klasik tarih şöyle bir sıralama yapıyor:
Geç Paleolitik Çağ MÖ 6500 Badaryen Dönemi
MÖ 4500 Birinci Nakada Dönemi
MÖ 4000 İkinci Nakada Dönemi MÖ 3500
Mısır Devleti'nin Oluşması MÖ 3000 Erken Hanedanlık Dönemi MÖ 2920 Ve 1. Hanedan'ın ilk kralı olarak Meneş kabul ediliyor. Bu sıralamada zamanımızdan 12-13.000 yıl önce ne Cize külliyesini planlayacak, ne de Sfenks'i inşa edecek uygarlık düzeyine gelmiş bir topluluğun varlığı söz konusu, en azından klasik tarihe göre yok! Öte yandan Meneş'den, yani MÖ 2920 yılından itibaren Mısır hanedanları ve bu hanedanlara mensup krallar hakkında ayrıntılı tarihleri veren bir kronoloji var, temel dayanağı MÖ üçüncü yüzyılda yaşamış olan Maneto adlı Mısırlı bir rahip.
Klasik tarih bunu kabul ediyor!
Ancak Maneto'ya göre Mısır devleti MÖ 3000'lerde başlamamış. Çok daha gerilere gidiyor ve daha önce ilk ikisi doğrudan Tanrılarca, üçüncüsü yarı Tanrılarca yönetilen ve sonuncusu kargaşa dolu bir geçiş dönemi olan dört dönem daha olduğunu söylüyor.
Maneto'nun sıralaması şöyle:
Yedi Büyük Tanrı Dönemi 12 300 yıl
12 Tanrı Dönemi 1 570 yıl
30 Yarı Tanrı Dönemi 3 650 yıl
Kargaşa Dönemi 350 yıl
Kargaşa Dönemi Meneş'in Mısır'ı tekrar birleştirmesiyle sona eriyor.Yani Maneto Mısır tarihini yaklaşık MÖ 20.000'lere götürüyor.
Ve doğal olarak da klasik tarih bunu kabul etmiyor!
Burada ilginç bir çelişki görüyoruz. Aynı kaynaktan gelen verilerin bir bölümü kabul edilmiş, bir bölümü ise kabul edilmiyor. Gerçi Maneto'nun Tanrı-krallar için verdiği süreler (Ptah 9000 yıl, Ra 1000 yıl, Şu 700 yıl gibi) pek de kabul edilir değil ama Meneş öncesinde mutlaka birilerinin olması gerek... Pek çok tarihçinin not ettiği (ve de açıklayamadığı) gibi, Mısır uygarlığı bütün yönleriyle birden başlamış olamaz. Öncesinde mutlaka bir şeyler vardı.
Büyük Tanrılar Neterler diye tanımlanan Ptah, Ra, Şu, Geb, Osiris, Set ve Horus'dan oluşuyor. Sonraki "ikincil" Tanrılar ve yarı Tanrıların aslında bir dönem olduğunu ve Mısırlılardan kalan bazı yazıtlarda adı geçen Şemsu-Hor yani "Horus'un izleyicileri" olarak bilinen gizemli krallar dizisi olduğunu öne sürenler de var.
Klasik tarihçiler ilk yediyi, yani Neterler'i dinsel inançlara dayalı mitlere bağlıyor; Şemsu-Hor grubunun ise hayali bir ülkenin hayali kralları olduğunu kabul ediyorlar. Cambridge Ancient History dizisi yazarlarından Prof. T E Peet'e göre "Hiçbir tarihsel değeri yok."
Ancak bugüne kadar Maneto'nun daha sonraki kronolojisini yalanlayacak hiçbir şey bulunmadı. Acaba abartılmış tarafları olsa bile önceki dönemlere ait verdiği bilgilerde bir doğruluk payı olamaz mı?


bir Horus tasviri... " Horus yazıcı Ani ' yi Osiris 'e götürüyor ."
Hancock'la Bauval Şemsu-Hor yani Horus'u izleyenlerin aslında kral olmadığını, gökyüzünü devamlı izleyen Heliopolis rahipleri olduğunu söylüyorlar. Arkeolojik bulgulara göre bu rahiplerin temel görevleri arasında gökyüzünde olup bitenleri izlemek vardı. Nitekim Prof. I E S Edwards 'Heliopolis Başrahibi' unvanının "Gökbilimcilerin Başı" anlamına geldiğini, resmi tören kıyafetinin da beş köşeli yıldızlarla süslü olduğunu kanıtladı.
Akla bir soru gelmiyor değil; Horus son Tanrı-yönetici olduğuna göre acaba Şemsu-Hor yani Horus'u izleyenler "Horus'tan sonrakiler" anlamına mı geliyor?
Yanıt bu kadar basit olabilir mi? Yeni Çağ düşünürlerine göre değil; örneğin Hancock/Bauval ikilisi Heliopolis rahiplerinin sadece günlük, aylık ve yıllık siklusları değil, presesyon kayması gibi binlerce yıllık siklusları da izlediklerini öne sürüyorlar. Ve Horus'un "izleyicileri" sözünden yola çıkarak da, Horus'un Güneş'in simgesi olduğunu, Heliopolis rahiplerinin Güneş'i çok yakından izledikleri için bu şekilde isimlendirilmiş olabileceğini söylüyorlar.
Destekleyici kanıtlardan biri de Edfu Tapınağı'ndaki yazıtlar.

Edfu Tapınağı MÖ 237 - 57 yılları arasında yapılmış. Ancak batıdaki iç ve dış ihata duvarları gibi bazı bölümler Piramitler Dönemi'ne kadar geri giden çok daha eski yapıları içeriyor. İçindeki yazıtlar ilk bakışta tapınağın inşaatının öyküsü gibi görünüyor ama bazı otoriteler bunun bir perde olduğu ve perdenin arkasından daha derin bir anlam çıktığı kanısındalar. Örneğin Manchester Üniversitesi'nden Prof. Eve Reymond şöyle diyor: "... (metin) bazı mitolojik olaylara işaret ediyor... tarihi tapınağın (Edfu) temelinin atılması, inşaatı ve yaşama geçirilmesi mitolojik bir çağda olmuş diye yorumlanabilir. Tapınak Tanrıların yaptığı mitolojik bir varlık sayılıyor. Bu... şimdiki tapınağın dünyanın başlangıcında var edilen efsanevi bir tapınağın devamı ve yansıması olduğu inancını gösteriyor." Anlaşılıyor ki, Mısır'ın dinsel inançları içinde Edfu Tapınağı'nın özel bir yeri var . Reymond bunu şöyle anlatıyor:



Edfu 'daki hiyerogliferde Horus 'un öyküsü 
"Bulabildiğimiz kaynaklardan İlk Zaman'ın daha önce var olan bir dönem sonrası başladığını anlıyoruz. Kayıtlardan, eskiden kurulmuş bir dünyanın yok olduğu ve kalan ölü dünyanın daha önce var olanı yeniden yaratma ve diriltmenin gerçekleştiği temeli oluşturduğu şeklinde bir görüş sezilebiliyor."
Edfu Tapınağı'nda sonuncu büyük Tanrı Horus ön planda geliyor. Tapınakta Horus'la ilgili çeşitli yazılar yanında "şahin" karakterindeki heykeli ve hatta gökyüzünde gezerken kullandığı kayık bile var.
Metnin başlangıcında kesin bir tarih verilmiş. Öyküyü özetlersek ortaya şöyle bir olay çıkıyor:
"363 yılında Kutsal Majeste Ra gemisiyle Ken ülkesine gider. Savaşçıları da yanındadır. Horus dedesi Ra'ya düşmanlarının suikast hazırladığını ve Işıklı Tacı almak istediklerini söyler. Ra Horus'un sarayına gider ve Horus'a gemisini vererek düşmanları öldürmesini söyler.
"Horus Ra'nm kanatlı diskine binerek gökyüzüne çıkar. O günden itibaren de Göklerin Efendisi Büyük Tanrı unvanını alır. Düşmanı bulur ve üstlerine bir fırtına salar. Öyle bir fırtınadır ki bu, ne göz görür, ne de kulak işitir. Düşmanların hepsi ölür, tek bir canlı kalmaz.
"Horus çeşitli renklerde parıldayan kanatlı disk üstünde geri döner. Tot geldiğini Ra'ya haber verir. Ödül olarak Horus'a Behutet kenti verilir. Bu, şimdiki Edfu'dur...
Ancak savaş bitmemiştir. Horus Edfu'da bir dökümhane kurar ve 'kutsal demir'den silahlar yapar. Bu silahları Mesniyu (metal adam) denilen özel eğitimli kişilere verir.
Ra ve Horus ordularını toplayıp düşmanın üstüne önce karadan gider. Ancak düşmanlar su aygırı ve timsaha dönüşerek Nil'de saklanmıştır. Ra gemisiyle Nil'e iner. Bir gemi de Horus için yapılır. Bu arada düşman Ra'ya saldırır ama Horus yetişir. Metal adamlar madeni silahlarını kullanarak düşmanları öldürür..."
Öykü bu minval üzere devam ediyor. Bazı araştırmacılara göre Edfu'da bu savaşların anısına bir tapınak yapılmış ve Mesniyular buraya yerleşmiş. Zamanla Şemsu-Hor yani Horus'u İzleyenler adını almışlar.
Ama Hancock'la Bauval gene Edfu Tapmağı'ndaki başka bir yazıdan yola çıkıyorlar. Bu yazıya göre Edfu'da yedi bilge kişi var. Bu kişiler tapınak ve kutsal yerlerin nasıl yapılacağını bilen kişiler ve Tot'un da katılımıyla ilk Zep Tepi tapınağını yapmışlar.
Bu yedi bilge kişi konusu ilginç, başka mitlerde de karşımıza çıkıyor. Örneğin Babil'de tufandan önce yaşamış ve Ur Kentinin duvarlarını yapmış olan yedi Apkalu ya da Hint geleneğinde tufandan kurtulan ve tufan öncesi bilgileri korumakla görevlendirilen yedi Rişi gibi...



Edfu 'daki Horus kayığının oturma kısmı
Hancock'la Bauval bu bilge kişilerin Tanrı olmadığı, büyük olasılıkla önceki bir uygarlıktan gelen kimseler olduğu ve bilgilerini nesilden nesile naklettiklerini ve Şemsu-Hor'un aslında bu kişiler olduğunu öne sürüyorlar.
Başka benzer referanslar da var. Örneğin Edfu'nun biraz kuzeyindeki Dendera Tapınağı'ndaki duvar yazılarında "bu tapınağı yapan mimarların uyguladığı 'büyük planın' Horus'un İzleyicilerinden kaynaklandığı ve eski yazıtlarda kayıtlı olduğu" yazılmış.
Şemsu-Hor yani Horus'un İzleyicileri ifadesinin geçtiği en eski metin Piramit Metinleri'dir. Prof. Reymond Piramit Metinlerinden söz ederken şöyle diyor:
"(Mısırlılar) dünyanın ilk kez ilkel sulardan çıkan bir tepe şeklinde olduğuna inanıyorlardı. Dolayısıyla bu tepenin kendisi de kutsaldı ve Yaratıcı Tanrı Atum'un mesken tuttuğu ilk yerdi."
Piramit Metinlerinin Heliopolis rahipleri tarafından derlenmiş olduğunu biliyoruz. Bu nedenle Mısır'daki tapınak törenlerinin kökeni Heliopolis'den geliyor demek mümkündür. Reymond Edfu'daki yazılara göre Hanedanlar Dönemi öncesinde Memfis civarında büyük bir din merkezi olması gerektiğini söylüyor. Hancock'la Bauval'e göre bu ancak Heliopolis Tapınağı ve Cize platosundaki yapıtlar olabilir.
Bu noktada ortaya şöyle bir senaryo çıkar gibi oluyor: Dünyada çok eski bir uygarlık vardı. Bu uygarlık bir felaket sonunda yok oldu, izi tozu kalmadı. Ancak o uygarlığa mensup kişilerden kurtulanlar oldu. Dünyanın çeşitli yerlerine dağıldılar, eski uygarlıklarına dair bilgileri korudular ve kendilerine özgü yöntemleri kullanarak gittikleri yerlerdeki insanları eğittiler. Böylece insanoğlu Taş Devri'nden çıkıp önce Tunç, sonra da Demir Devri'ne geçti ve bu arada bugün "Olamaz, bunu yapamazlardı!" dediğimiz yapıtları inşa etti.



Edfu 'daki Horus heykeli 
Cize külliyesinin tamamı olmasa bile, en azından bir bölümünün, örneğin Sfenks ve Sfenks Tapmağı'mn MÖ 3000'lerden öncesine gittiği günümüzde genellikle kabul ediliyor. Bazı araştırmacılara göre Büyük Piramidin yapım tarihi de Kufu'nun hüküm sürdüğü MÖ 2500'ler-den çok daha gerilere gidiyor. Kabul edilen bir başka husus piramitlerin anıt-mezar olmadığı...
Gerçekten de bir iki istisna dışında piramitlerin içinde hiçbir mumya bulunmadı.27 Bunu mezar hırsızlarına bağlamak yanlış olur, çünkü mezar hırsızı hazineyle, mücevher ve diğer değerli şeylerle ilgilidir. Mumyalanmış cesedin kendisiyle değil!
Peki, piramitler mezar değilse nedir?
Bu noktada spekülasyon başlıyor. Hancock'la Bauval'in yıldız kültü varsayımı bunlardan sadece biri. Uzay araçları için iniş yolunu gösteren bir işaret olduğundan insanlığın geçmiş ve gelecekteki tarihini belirten bir dizin olduğuna; dev bir enerji üretim merkezi olduğundan dinlerde ve mitlerde sözü edilen Altın Çağ'a dönüşü mümkün kılacak bilgilerin saklandığı depo olduğuna kadar pek çok varsayım öne sürülmüştür.
Bütün uygarlıkların enerji gereksinimi vardır. Hiç enerji kullanmayan bir toplum düşünülemez. Uygarlık düzeyi ilerledikçe, başka bir deyişle teknoloji geliştikçe, enerji kullanımı da artar. Eğer gerçekten 10-15.000 yıl önce ileri bir uygarlık olsaydı, mutlaka geniş çapta enerji kullanmış olması gerekirdi. Ve Chris Dunn 1998 yılında yayımlanan The Giza Power Plant adlı kitabında bunun doğru olduğunu ve Büyük Piramidin aslında bir enerji dönüşüm santrali olduğunu iddia ediyor. Dunn, Büyük Piramidin, dünyanın jeolojik titreşim enerjisiyle rezonansa girerek bu enerjiyi kullanılabilir biçime dönüştürecek şekilde tasarlanmış dev bir akustik yapı olduğunu söylüyor.
Chris Dunn'ın tezine özetle bakacak olursak: "Dünya küresi elektromanyetikten nükleere, mekanikten kimyasala kadar her çeşit enerjiyle yüklüdür, bir bakıma dünyayı dev bir dinamo gibi görebiliriz. Enerji titreşimdir ve her enerjinin bir frekansı vardır. Örneğin dünya ile çevresindeki iyonosfer, troposfer ve manyetosfer katlan arasında oluşan 'elektromanyetik boşluk' (elektromagnetic cavity) enerjisinin temel frekansı 7.83 Hertz, harmonikleri ise 14, 20, 26, 32, 37 ve 43 Hertz'dir."
"Bu enerjiler dünyanın yapısında yer alan "piezoelektrik" maddeler üzerinde etkili olur ve ses dalgalan üretilir. Örneğin içeriğinde kuvars olan granit kayalarda bu etkiyi yapar. Ancak bu dalgalar ultrasoniktir, yani duyulabilen ses sınırının üstündedir ve doğrudan kullanılabilir halde değildir. Başka bir deyişle, bir dönüşüm gereklidir."
Buraya kadar Dunn'ın tezinin bilimsel gerçeklere uygun olduğunu görüyoruz. Özetle, dünyanın jeolojik yapısı içinde oluşan enerjiyi kullanılabilir bir biçime dönüştürürsek, çok güçlü ve sürekli bir güç kaynağı elde edebiliriz!


Chris Dunn , Büyük Piramidi enerji santrali olarak böyle görüyor.
Asıl soru burada çıkıyor; 10-15.000 yıl önceki bir uygarlık bunu yapabilir miydi? Bunu yanıtlamadan önce tekrar Dunn'ın dediklerine dönelim:
"Temel frekansları (veya harmonikleri) aynı olan iki cisimden birindeki titreşim öbürünü de titretir, hatta yükseltici (amplification) bir etki yapar. Yani ikinci cisim birinciden aldığı enerjiden çok daha fazlasını üretebilir. Bunun adı rezonanstır ve kontrol edilmezse, büyük felaketlere yol açabilir.
"Dünyanın jeolojik enerjisini alıp kullanmak için kontrollü bir rezonans ortamı yaratmak gerekir. Bunun için de, dönüşüm santralinin dünyanın temel frekansıyla aynı olması gerekir. Bu da yetmez, başlangıçta santralde titreşimi başlatacak bir 'ilk hareket' enerjisi verilmesi gerekir. Bu yapıldıktan sonra santral Dünya'ya çok az bir enerji verecek ama karşılığında çok daha fazla enerji alacaktır."
Fiziksel olarak bu da doğrudur. Ancak bir sorun var; eğer Büyük Piramit Dunn'ın dediği gibi bir dönüşüm santraliyse, yaklaşık 5.3 milyon ton ağırlığındaki kitlesine söz konusu ilk hareket nasıl verilir? Ünlü bilim adamı, fizikçi ve kaşif Tesla'ya göre bu kolay; 1935 yılında bir basın toplantısında New York'daki Empire State binasını yıkmak için ne kadar güç gerekir diye sordukları zaman "Birkaç librelik güç yeter. Eğer uygun bir titreşim cihazını (oscillator) taşıyıcı kolonlardan birine bağlar ve binanın doğal frekansında çalıştırırsanız, bina rezonansa girer ve bir süre sonra yıkılır" demişti.
Dunn Büyük Piramidin buna göre tasarlandığını ve bu nedenle de Dünya'nın boyutlarını yansıttığını söylüyor. Piramitlerin boyutlarıyla ilgili yüzlerce kitap yazılmış. Yüzlerce kez ölçülmüş. Sonuçlar arasında minik farklar var ama her kim yapmışsa, belirli bir ölçü sistemi kullandığı kesin! Dunn'in tezini kanıtlamak için öne sürdüğü bütün ayrıntılara burada girmemiz mümkün değil, ancak bazı önemli noktalara kısaca göz atalım.
Birincisi, Kral Odası olarak bilinen bölümün üstündeki masif kirişler; bu kirişlerin herhangi bir mimari ya da taşıyıcı işlevi yok. Eğer düz bir asma tavan yapmak isteselerdi, bir kat yeterdi. Niye beş kat yaptılar? Niye bu kirişleri yerel malzemeden yapmayıp yüzlerce kilometre uzaktaki Assuan'dan getirdiler? Niye kirişlerin üst tarafını olduğu gibi kaba haliyle bıraktılar? Üstteki katlar hiç görünmediğine göre niye onların da altlarını düzelttiler?
Dunn bunu şöyle açıklıyor:
"Assuan'dan getirilen granit yaklaşık yüzde 55 oranında silikon-kuvars kristali içeriyor. 5 katta toplam 47 kiriş kullanılmış, bunların her birini bir 'Tacoma' köprüsü olarak düşünebiliriz. Yapısal işlevleri yok. Rezonansa girerek yüksek miktarda enerji üretiyorlar. Yerel taşlar yerine Assuan'dan getirilen granitin kullanılma nedeni bu. 5 kat olmasının nedeni enerji üretimini artırmak... Üst düzeyler ise orijinal halinde bırakılmamış, tam tersine çok uğraşılmış, gerekli temel frekansı buluncaya kadar çekiçlenmiş ve bulunca, o halde bırakmış ve yerine koymuşlar."

Burada bir soru daha çıkıyor; granit blokların rezonansa girerek enerji ürettiğini kabul edersek, bunun Tacoma köprüsünde olduğu gibi kontrolden çıkıp piramidi yerle bir etmesini nasıl engellediler?



Tacoma Narrows köprüsünün yıkılışı 
Dunn Büyük Galeri'nin aslında Kral Odası'na yansıtma görevi yaptığını, bunun da Galeri yan duvarlarındaki oyuklara yerleştirilen Helm-holtz Rezonatörü gibi cihazlarla yapıldığını söylüyor. Galeri'nin ilginç bir yapısı var; yukarı doğru daralan dirsekli (corbelled) bir koridor şeklinde yapılmış. Dunn'a göre bunun nedeni rezonatörleri birbirine yaklaştırarak rezonatör frekanslarını yükseltmek. 


Kral Odas 'nın kesiti
Burada spekülatif bir zorlama görüyoruz. Helmholtz Rezonatörlerinin anlatılan işlevi yapacağı doğrudur. Ancak yalnızca dirsek ve oyuklara bakarak bu hükme
varabilir miyiz?
Ne var ki Büyük Galeri'nin ne dirsekli yapısını, ne de görülen oyukları açıklayan başka bir tez de yok!
Dunn Büyük Galeri'nin yansıtma işlevini kendine göre kanıtladıktan sonra yukarı çıkan geçite geliyor.
Büyük Galeri'de oluşan ses dalgalan yalnız Kral Odası'na yansımakla kalmaz aynı zamanda yukarı çıkan geçite de gider ve bu geçidin dibindeki "tıkaç" blokları granitten yapıldığı için bu bloklarda da bir titreşim olmasına yol açar. Dunn'a göre bloklar monitör, yani gösterge görevi yapmakta ve enerji üretimi kontrolden çıkma eğilimi gösterdiği zaman farklı fazda bir sinyali içeri göndererek üretilen ses dalgalarının genliğini (amplitude) düşürmektedir. Böylece rezonans enerjisinin kontrolden çıkması önlenmiş olur.
Dunn bunun mekanik olarak sağlandığını öne sürüyor ama bir otomatik kontrol sisteminin de var olabileceğine değiniyor.
Tez kendi içinde tutarlı ancak gene aynı soru çıkıyor: Bu kadar ileri teknolojiye sahip bir toplum on binlerce yıl önce yaşamış olabilir mi?
Ve böyle bir toplumun neredeyse hiç iz bırakmadan kaybolması mümkün müdür?

Tabii bir soru daha var: Kontrollü biçimde üretilen enerji piramidin içinde kalırsa pek işe yaramaz. Başka bir deyişle başka yerlerde kullanıma açık olması yani iletilmesi gerekir. Dunn bu noktada Kral Odası'ndan dışa açılan havalandırma kanallarına dönüyor. Ve Kral Odası'ndan çıkan güney yönündeki kanalın aslında enerji çıkışını sağlayan bir mikrodalga kanalı olduğunu, nitekim odanın duvarına açıldığı Kral Odası'na giden büyük galeri yerdeki kesitin mikrodalga boynuz anteni biçiminde olduğunu söylüyor. Peki öbür yani kuzey yönündeki kanal neye yarıyor? Dunn bunun da uzaydan gelen atomik hidrojen emisyonlarının giriş kanalı olduğunu öne sürüyor. Yani Kuzey Kanalı aslında bir dalga kılavuzu;" görevi de Evren'deki mikrodalga hidrojen enerjisini Kral Odası'na yönlendirmek...


Kral Odası 'na giden büyük galeri

Bu noktada Kral Odası'nda birincisi Dünya ile piramidin temel frekanslarının rezonansa girmesinden doğan akustik enerji; ikincisi de granit bloklar içindeki kuvars kristallerinde piezoelektrik etkiyle oluşan elektromanyetik enerji olmak üzere iki çeşit enerjinin yoğunlaştığını görüyoruz.
Dunn bu enerjinin Kral Odası'na pompalanan hidrojen gazı tarafından emildiğini ve hidrojen atomlarının normal durumlarının (ground state) üstünde enerj ilendiğini söylüyor. Hidrojen gazının kaynağı ise Kraliçe Odası...
Kraliçe Odası'nın yapısı Kral Odası'ndan çok farklıdır. Tek katlı bir eğri çatısı var. İçinde neye yaradığı anlaşılamayan dirsekli bir niş var. Bu odanın da iki "havalandırma" kanalı var ama dışa açılmıyor!
Dunn'a göre Kraliçe Odası aslında Kral Odası'na pompalanan hidrojenin üretildiği yer; hammadde olarak güneyden sıvılaştırılmış çinko klorür (ZnCh), kuzeyden sulandırılmış hidroklorik asit (HC1) kullanılıyor. Bu ürünler kontrollü biçimde kanallardan odaya akıtılıyor ve reaksiyona girince hidrojen elde ediliyor. Ve burada bir soru çıkıyor: Kimyasal ürünler kanallara nasıl giriyor?
Dunn ürünlerin yeraltı odasında depolandığını ve oradan da dikey kanallar vasıtasıyla havalandırma kanallarına pompalandığını söylüyor. Ancak bugüne kadar ne yeraltı odasına dışarıdan ikmal yapılmasını sağlayacak bir yol, ne de yer altı odasıyla havalandırma kanalları arasında dikey bağlantılar bulundu. Öne sürülen tezin bir tek dayanağı var. 1992 yılında Prof. Jean Kerisel penetrasyon radarı ve mikrogravimetrik yöntemlerle yeraltı odasında yaptığı araştırmalarda Dunn'ın öngördüğü kanallara benzer bir takım anomalilerin olabileceğini görmüş.
Kerisel'in sözünü ettiği boşluklar var olabilir. Ancak araştırmacılar bu konuda farklı tezler öne sürüyor. Bauval Secret Chamber adlı kitabında Cize bölgesinde bugüne kadar keşfedilmemiş gizli .daireler olduğunu, bu daire (ya da dairelerde) MÖ 12.000 yıllarındaki ileri uygarlıkla ilgili bilgiler olduğunu, Kerisel'in bulduğu anomalilerin bu gizli dairelerden biri olabileceğini söylüyor.


Kraliçe Odası
Dunn'ın enerji dönüşüm santrali tezinin en zayıf tarafı kuşkusuz bu kadar komplike bir sistemden hiçbir kalıntı bulunamamasıdır. Dunn bunu sistemde bir arıza olduğu ve biriken hidrojenin patladığı, çıkan yangının her şeyi kavurup yok ettiği şeklinde açıklıyor. Son olarak da, bir zorlama daha yapıyor ve çıkan mikrodalga enerjinin bir uyduya yönlendirildiğini ve buradan olan yansımanın başka yerlerde kullanılabildiğini söylüyor. Ancak kendisi de buna dair hiçbir kanıt olmadığını ve spekülatif davrandığını kabul ediyor.

Klasik tarih yanlıları Büyük Piramidin Kufu'nun mezarı olduğunu söylüyor. Hancock ve Bauval'in mitolojiye dayalı araştırmalarına göre ise Büyük Piramit eski Mısır'daki yıldız kültünün kalıntısı... Sitchin ve Alford Büyük Piramidin uzay araçlarının inişe geçerken kullandıkları yönlendirici işaret olduğunu söylüyorlar. Dunn teknolojiden hareket ederek bu piramidin kuvvet santrali olduğunu öne sürmüş. Ancak başka yorumlar da var.
Adrian Gilbert Signs in the Sky adlı kitabında olaya metafizik açıdan bakıyor; piramidin boyutlarında bir takım mesajlar gizlendiğini ve bunların insan türünün geleceğiyle ilgili olduğunu öne sürüyor.
Olaya metafizik açıdan bakan bir başka Yeni Çağ araştırmacısı Peter Lemesurier" de piramidin yerinden ve boyutlarından yola çıkıyor.
Ancak Gilbert'inkine benzer bir sonuca varıyor ve piramidin geçmişin ve geleceğin bir kronolojisi olduğunu söylüyor.
Lemesurier'nin metafizik yorumlarına girmeden önce piramidin yapısal boyutlarını incelemekte fayda var.
Genellikle bütün otoriteler Eski Mısırlılar'in kendilerine göre bazı ölçü birimleri kullandığını kabul eder. Bu birimler "ilkel inç" ya da "kutsal kübit" gibi adlarla geçer. Lemesurier bu standart ölçülerin afaki olmadığını ve dünyanın ölçülerinden yola çıkarak saptandığını iddia ediyor. Ve kutsal kübit (kk) olarak bilinen ölçünün aslındadünyanın kutup noktasıyla merkezi arasındaki yarıçaptan kaynaklandığını ve piramidin tasarımında kullanılan temel ölçü birimi olduğunu söylüyor.
Lemesurier'ye göre ilkel inç (ii) kk'nın yirmi beşte biri oluyor, yani İngiliz inç'inden (2.54 cm) birazcık fazla.

Lemesurier'nin bu konuda öne sürdüklerine kısaca bakmak yerinde olur.
Bugün kullandığımız uzunluk birimi metredir. Fransız Devrimi sırasında tespit edilmiş olup, kutup noktasından ekvatora kadar yüzeydeki mesafenin 10 milyonda biridir. Ancak dünyanın yüzeyi engebeli olduğu için hassas bir ölçüm yapmak olanaksızdır. Nitekim daha 1795 yılında Fransız matematikçi Callet bu yöntemin yanlış olduğunu ve kutuptan dünyanın merkezine giden yarıçapın 10 milyonda birini kullanmanın daha doğru olacağını söylemişti.
1958 yılında yapılan araştırma sonucu dünyanın kutuptan merkeze olan yarıçapı 6356.75 km olarak tespit edildi. Bu rakamın 10 milyonda biri 63.5675 cm oluyor, yani Lemesurier'nin kutsal kübit ölçüsünü tutuyordu. Ve gerek kk ve gerekse 1/25'ine tekabül eden ii ölçüleri Büyük Piramidin çeşitli yerlerinde karşımıza çıkıyor. Bu nedenle de Le-mesurier piramit mimarlarının temel ölçü birimi olarak kutsal kübiti kullanmış olduklarım söyledi.
Ancak o dönemden kalma bazı cetveller bulunmuştur. Bu cetveller Lemesurier'nin kutsal kübitinden farklı bir kübit ölçüsü vermektedir. Kraliyet Kübiti3" (Royal Cubit) olarak bilinen bu ölçüyü inkar etmeyen Lemesurier, Mısırlıların ölçü birimi olarak her iki kübiti de kullanmış olduklarını öne sürdü.


Piramitlerin inşasında kullanılan taş blokların her birinin ne kadar büyük olduğu görülüyor.
Lemesurier her iki kübit ölçüsünün de Dünya'nın boyutlarından kaynaklandığını söylüyor ve ikisi arasında şöyle bir ilişki kuruyor:
1 kutsal kübit = 103 .pi sayısının karekökü / (4x365.24235) kraliyet kübiti
Burada Lemesurier'in bir hayli zorlama yaptığını görüyoruz. Ancak matematik olarak Lemesurier'nin açıkladığı ölçü birimi doğrudur ve eğer piramidin yapımında gerçekten kullanılmışsa, olay Eski Mısırlılar'ın bundan beş bin yıl önce dünyanın boyutlarını bildiğini göstermektedir.

Bu mümkün olabilir mi? Bu sorunun yanıtında üç seçenek var:

a.
Mısırlı bunları kendinden önce yaşamış ve büyük bir felaket sonucu yok olmuş başka bir uygarlıktan öğrenmiştir. Bu, Atlantis yanlılarının görüşüdür.

b.
Uzaydaki ileri bir uygarlığın temsilcileri dünyayı ziyaret etmiş ve Mısırlılara gerekli bilgileri vermiştir. Bu, Sitchin, Alford ve Daniken ekolünün görüşüdür.

c.
Olay tesadüflerden ibarettir. Bazı kimseler kendi tezini kanıtlamak için zorlamalar yapmış, hayali bağlantılar kurmuşlardır. Bu da klasik tarihçilerin görüşüdür.

Daha önce Büyük Piramidin dizaynında ti ve 0 gibi iki evrensel oranın kullanıldığını görmüştük. Şimdi doğrudan dünyanın fiziksel boyutlarına dayalı bir ölçü birimi çıkıyor karşımıza ve Lemesurier bu ölçü biriminden yola çıkarak Büyük Piramit'in insanlığın hem geçmişini, hem de geleceğini açıklayan simgesel bir sistem olduğunu söylüyor.
Bu sistemi de kısaca şöyle anlatıyor:
"Piramit Dünya gezegeninin simgesidir. Tepetaşı 5 ucu ve 5 kenarıyla 'Büyük İnisye'yi yani Aydınlanma Çağı'nın başlangıcını simgelemektedir. Piramidin içindeki çeşitli geçitler ve odalar ise ruhun dünyadaki evrelerini yansıtmaktadır. Güneye doğru gidiş ruhun zamanla gelişmesini, kuzey yönünde yol almak ise maddeciliğe dönüşü simgeler. Aşağıya, sola ve doğuya giden geçitler insanı kötülüğe, ruhsal dejenerasyona, olumsuzluğa götürür. Bu geçitlere girenin kaderi yeniden ölümlü olarak doğmaktır. Oysa yukarıya, sağa ve batı yönüne giden geçitler insanı aydınlanmaya ve ölümsüzlüğe götürür."
Bu esaslar içinde Lemesurier piramidin içindeki bütün mimari unsurlara simgesel değerler veriyor. Örneğin havalandırma kanallarını fiziksel dünyadan ve ölümlülükten kurtuluş yollan olarak görüyor. İnşaatta kullanılan kireçtaşını zaman ve mekan boyutlarına sahip madde dünyası, granit taşları ise Tanrısallığın, ruhsal dünyanın ve ebediyetin simgesi olarak tanımlıyor. 

 
                     PİRAMİT ENERJİSİ ÖZET BİLGİ

                                                
Dünyanın yedi harikasından biri olan insan yapılarının sırrı nedir?
Bir insan nasıl böyle bir güce sahip olabilir? Piramitler kişisel gelişimin gücü ile mi yapıldı? 

Bütün bu soruların cevabı için okumaya devam edin.
Kahire'de bulunan Keops piramidinin 12 ton
ağırlığında, iki buçuk milyon kat bloktan oluştuğunu,
Günde on blok yerleştirilmesi halinde yapımının 664
yıl süreceğini,
Piramidin üstünden geçen meridyenin karaları ve
denizleri tam eşit iki parçaya böldüğünü ve piramidin
dünyanın ağırlık merkezinin tam ortasında
bulunduğunu,
Yüksekliğinin (164 m.) bir milyarla çarpımının,
güneşle dünyamız arasındaki uzaklığı verdiğini,
Taban alanının, yüksekliğinin iki katına bölünmesinin
pi sayısını verdiğini,
Biliyor muydunuz?
 
Piramitlerin içerisinde ultrasound, radar, sonar gibi
cihazların calışmadığını,
Kirletilmiş suyun bir kaç gün piramidin içinde
bırakıldığında arıtılmış olarak bulunduğunu,
Piramidin içerisinde sütün bir kaç gün süreyle taze
kaldığını ve sonunda bozulmadan yoğurt haline geldiğini,
Bitkilerin piramit içerisinde daha hızlı büyüdüklerini,
Çöp bidonu içindeki yemek artıklarının hiç koku
yaymadan mumyalaştıklarını,
Kesik, yanık, sıyrık ve yaraların piramidin içinde
daha çabuk iyileştiğini,
Piramidin içinin yazın soğuk, kışın sıcak olduğunu,
Piramit kimin adına yapıldıysa onun bulunduğu odaya
yılda 2 kez güneş girdiğini; bu günlerin doğduğu ve
tahta çıktığı günler olduğunu,
Biliyor muydunuz?..
 
Eklemek istediğim bir şey :
Piramidin alanının yüksekliğine oranı Pi sayısını veriyor. Üstelik harika olan, yapılan araştırmalar sonucunda bu ölçülere uygun şekilde yapılmış (kartondan bile yapılmış olabilir) her piramit
bu gibi özellikleri gösteriyor (suyun arıtılması, yaraların daha çabuk iyileşmesi...) Pi sayısının bu kadar marifetli olduğunu, ve daha neler yapabileceğini henüz günümüzün teknolojisi çözemiyor  
Matematik sandığımızdan çok daha muhteşem öyle değil mi...
                                    
 

PIRAMIT ENERJISI NEDİR...?
Piramit enerjisi nedir?
Enerjinin tanimi, enerjinin kullanim cesitleri, basit uygulamalar
Pozitif ve negatif enerji alanlarinin dengelenmesi, Ying ve Yang sembolunun anlami
Vucudumuzdaki enerji akisinin duzenlenmesi, pozitif ve negatif tanimlarinin aciklanmasi
Korunma alanlari
Istenmeyen tesirlerden, zarar verici etkilerden kendimizi uzak tutmaya yarayan uygulamalar
Topraklanma calismalari
Uzerimizde bulunana asiri enerjileri bosaltarak, yorgunluk, gerginlik, stres gibi gun icerisinde olusan etkilerden uzak kalma uygulamalari
 

Telkin ve meditasyon
Kendi kendimize verecegimiz telkinler ve yapacagimiz meditasyonlar ile yasantimizdaki olumsuzluklari duzelterek, sagligimizi koruma calismalari
Istenmeyen etkilerden kurtulma
Paslar (el hareketleri), ruzgar ve suyun, uzerimizdeki rahatsiz edici etkileri temizleme yontemleri
 
Uygulamalar:
Karsilikli calismalarda ogrenilen tekniklerin dogru uygulanmasini saglamak
Calismalarimizin sonunda, kronik yorgunluk, stres ve agrilardan kurtularak, enerjinizi dengeleyecek, karsilastiginiz olaylari kontrol ederek, istediginiz gibi yonlendirebileceksiniz.
Istemediginiz hicbir sey sizi etkisi altina alamayacak ( baskalarinin sikinti ve agirliklarini da uzerinize almayacaksiniz ), kronik agrilar ve spazmlardan kurtularak uzaklara mesafelere de enerjinizi rahatlikla yollayabileceksiniz.
 
Bu gune kadar yaptigimiz calismalarda guzellik uzmanlari, masorler, hemsireler gibi insan iliskilerinin yogun olarak yasandigi meslek dallarinda calisan kisiler, baskalarinin enerjilerini uzerlerine alarak yasadiklari rahatsizliklardan kolayca kurtuldular, sosyal iliskilerinde ve aile icinde istenmeden olusan enerji kacaklarinin kontrol edilmesinde de basarili oldular.
 
Piramit enerjisi ile neler yapylabilir?
Piramit enerjisi yeryuzunde mevcut olan manyetik akimlarin, piramit geometrisi icerisinde toplanmasidir, bir kosesinin manyetik kuzeye, digerinin manyetik guneye bakmasi ile olusan ( + ), ( - ) kutuplasma piramit enerjisinin olusmasini saglar.
Tepe noktasi ile atmosferden, tabanlari ile yeryuzunden aldigi manyetik akimlari uc degisik sekilde kendi icerisinde toplayarak kullanima hazir hale getirir
Ispat edilen ve dunyaca kabul goren piramit enerjisi etkilerinden bazilari sunlardir:
Bitkilerin buyumesini ve tohumlarin filizlenmesini hyzlandirir...
Ekolojik tarimda kullanilan piramit enerjisi, hicbir katki maddesi olmadan dogal ortamda yetisen bitki ve tohumlarin gelismesinde buyuk katkida bulunur.
 
Piramitlerin basardigi rekolte artisi veya bitkilerin buyume yuzdesi kullanilan bitkinin turune, yogunluk suresine, isleme bicimine, toprak ve iklim kosullarina gore degisim gostererek
% 5 – 300 arasinda artis saglamaktadir.
Uzerinde deneyler yaptigimiz mercimek, soya, aycicegi tohumlarinin islenmis rekoltesinde 400 – 420 gr artis meydana gelmistir.
Filizler daha hizli, daha bol ve daha lezzetli sekilde buyumekte, uzun sure taze kalmakta ve curumeden dolayi kayba ugramamaktadir.
 
Musluk suyunu , tutun, cay ve kahveyi tatlilastirir
Besinleri korur
Piramit enerjisi altinda kalan musluk suyunun tadi, kaynak suyuna donusur, icildiginde ve suruldugunde sifali etkileri gorulur,
tutun cay ve kahvenin icerisindeki zararli maddeleri noturlestirerek icimini yumusatir.
Piramit enerjisi altinda kalan besinler bakteri olusturmaz ve curumez hafifce su kaybederek adete mumyalanmis gibi bir etkiye girerler..
Bicak ve jiletleri biler
Metallerdeki solukluk ve donuklugu geciktirir
Piramit enerjisi metallerdeki iyonlari harekete gecirerek, bilenmelerini ve parlaklasmalarini saglamaktadir
Derinin parlaklasarak, kaslarin toparlanmasina neden olur.
Piramit enerjisi hucrelerin titresimini arttirarak, derinin canlanmasina ve parlaklasmasina sebep olurken, vucudumuzdaki manyetik akisin duzenlenmesini de dogal olarak sagladigi icin cinsel gucu ve canliligi da arttirir
Iyilesme surecini kisaltir
Manyetik alanimizdaki akis duzene girdigi icin, nezle, grip ve tum agrilar yok olur ( agrinin ortadan kalkmasi rahatsizligin duzeldigi anlamina gelmez ), piramit enerjisi, iyilesme surecini hizlandirici etkide bulunur
Pilleri sarj edebilir
Su pompalıyabilir
 
Sarjli pilleri 72 saatte % 25 doldurabilir, basit bir duzenekle su kaynagindan kendi icine suyu adeta emer ( etrafi kapali oldugunda )
 
Kufu Piramidi (Keops- Büyük piramit)
Milattatan Önce 10500 yıl önce sfenksin yüzünü baktığı yöndeki (Doğu) yıldızlar bu şekilde dizilmişlerdi.

 

Kafra heykeli ve Sfenks
Zoser 'in Sakkara 'daki basamaklı piramidi
Klasik ekole mensup Mısır uzmanları piramitlerin firavun mezarı olduğunu ve başka bir özellikleri bulunmadığını söyler. Bazı piramitler için bu geçerlidir, ancak son yüzyıl içinde yapılan araştırmalar başta "Büyük Piramit" adıyla bilinen Kufu Piramidi olmak üzere bazılarının mezar olmaktan öte bir şeyleri simgelediğini göstermiştir. 





Sneferu 'nun Maydum 'daki eğri piramidi
Bugün 285839 ziyaretçiZiyaretci Sayısı
En çok merak edilenler !  
  Türkiye'nin Bilgi Merkezi
Web Master,Film,Video,Sinema,Html Kod Arşivi,Web-tasarım,Ucuz Hosting ve Domain
(100 Gelen 873 Giden)

Beyin Gücü Türkiye
Beyin Gücü, Telekinezi öğrenin, Telepati öğrenin, Astral Seyahat, Zihin Kontrolü, Rüya Kontrolü,Hafıza Teknikleri
(80 Gelen 1122 Giden)

PsikoSes.Com
Telkinli Mp3 ve Kişisel Gelişim Forum Sitesi
(5 Gelen 562 Giden)

seartpublic
counter-stirke için qüzel bir site
(0 Gelen 676 Giden)

mobidic genç odası
Genç Odası,Bebek Odası,Mobilya,Antalya Mobilya,Kids Furniture
(0 Gelen 579 Giden)

Onur Çelikörs / Veteriner Hekim
Veteriner Hekim ve Zir. Yük. Müh. Onur Çelikörs'ün hayvan sağlığı ve hayvansal üretim konularında yazılarını yayınladığı web sitesi.
(0 Gelen 70 Giden)

Senin linkin burada olsun mu?
O zaman buraya kaydını yaptır:
=> Kayda git
 
İLETİŞİM  
 
E-mail: mertsuslu@gmail.com +90 554 825 79 84
 
Sitemize Bağlananlar  
   
FaceBook Bağlantımız  
 
BEGEM-Beyin Eğitimi ve Geliştirme Merkezi

Sayfanızı Da Tanıtın