Posted: Thu, 02 Dec 2010 14:42:54 +0000
1 Aralık 2010 tarihinde Amerikan uzay ajansı NASA, kendi web sitesinden yaptığı açıklamada, 2 Aralık 2010 saat 21.00'de, Dünya dışı yaşamın kanıtlarının araştırılması konusunda önemli sonuçları olacak bir astrobiyolojik bulguyu tartışmak için Washington'da bir basın toplantısı düzenleyeceğini açıklamıştı. NASA'nın bu duyurusu özellikle internet dünyasında büyük heyecan yaratmış ve "dünya dışı yaşam"a ilişkin bilimsel bir bulgunun açıklanacağı, hatta "uzaylıların varlığının" ortaya konacağı gibi beklentiler doğurmuştu. Fakat sonuç ne oldu? NASA, Kaliforniya'da bir gölde, bir bakteri türünü bulduğunu; bu bakterinin arsenik içinde yaşayabildiğini ve bunun da "yaşam için fosfor şarttır" savını tamamen çürüttüğünü açıklayacağını belirtti.Zamanında katıldığım "Bilim ve Akıl" konulu bir konferansta,…
Posted: Wed, 01 Dec 2010 22:15:32 +0000
Yıllardır aklımda bir hayal dolanır durur: Ah derim, şöyle yakalanması zor bir hacker olacaktım; elimde de gizli hükümet belgeleri bulunacaktı; bu belgeleri yayınlar ortalığı birbirine katardım. Böylece Dünya'da gizli saklı işleri biraz da olsun aralar; hükümetlerin daha belli güç odaklarına değil de, gerçekten halklarına hizmet etmelerine katkım olurdu.. . Benim ve muhtemelen dünya çevresinden birçok kişinin de düşündüğü bir durumu, Wikileaks sitesi gerçekleştirdi. Wikileaks'in yayınladığı ABD Büyükelçilikleri belgeleri, dünyayı uzun süre oyalayacak ve birçok değişimi de tetikleyecek diye düşünüyorum; ama ben olayın farklı bir boyutuna dikkat çekmek istiyorum. derKi'yi yayınladığım 2004'ten beri bana en çok sorulan soru şudur: derKi'nin basılı…
Posted: Sat, 13 Nov 2010 22:55:33 +0000
Yıl 1992, lise 2. sınıftayım. Balıkesir'in en iyi fizik öğretmeni dershanenin koridorunda beni yakalayınca, "Hakan nereyi istiyorsun?" diye soruyor. Ben gayet net bir şekilde "Boğaziçi İşletme" diyorum. Biraz duruyor. Kısa bir sessizlikten sonra "Sen Marmara İşletme'yi de düşün" diyor.Sinirim tepeme çıkıyor, saygımdan taviz vermeden, "Öğretmenim" diyorum. "Nasıl ki Tarık bin Ziyad; Kuzey Afrika'dan İspanya'yı fethetmeye çıkarken, askerler geri dönmeyi düşünmesin diye bütün gemileri yakmış, ben de bütün gemileri yaktım. Hedef tek olsun ki şaşmasın. Boğaziçi olmazsa Marmara olur, Marmara olmazsa başka bir yer olur dersem hedef şaşar. Göreceksiniz ben Boğaziçi'ni kazanacağım" diyorum. Öğretmenim cevabım karşısında çok şaşırıyor. Bir sene sonra…
Posted: Sat, 13 Nov 2010 22:45:54 +0000
23 yıl önce gördüğüm rüyanın ana fikri ‘shanah yöntemiydi’. Rüyamda ki ses ‘zamansız olarak ve an’sız olarak bunu anlayabileceğimi söylemişti. ‘Zamansızlık’da neydi ve ben 20 yaşımda biri olarak her hangi bir öğretinin ya da kişinin, kitabın etkisinde değildim çünkü bu tarz şeylere hiç ilgi duyan biri değildim. Korkarak uyanmıştım.Böylesine garip bir isimle rüya görünce şaşırıp hemen araştırmaya başlamıştım ama ne yazık ki anlamına ulaşamamıştım. Yıllarca zamansızlığın ne demek olduğunu anlamaya çalıştım. Aslında bu rüya benim ilk olarak farkındalığa adım atmama sebeb olmuştur.İlk olarak shanah yöntemi nedir diye araştırmaya çıktığım yolda, kendimi müthiş bir farkındalığın içinde buldum. Hayatımın anlamını shanah sayesinde…
Posted: Sat, 13 Nov 2010 22:38:20 +0000
Boynumdaki nefesinle uyanır gibi oluyorum. Göz kapaklarımı yarı açarak, sana bakıp gülümsüyorum. - "Gidiyor musun, vaktin varsa kahvaltı hazırlayayım" diyorum. Sense - "Gerek yok tatlım, uyu sen, öğlen vakit bulursam yemeği birlikte yeriz" diyorsun. Gülümsüyor dudaklarım hala. Gözlerimi kapatıyorum ve ufak bir vücut eğimi ile, senin yastığına burnumu dayıyorum. Kokunun verdiği huzurla hala yanımdaymışsın gibi geliyor. Arkandan bakmıyorum. Kokun benimle ya, kalkıp uğurlamıyorum... Sen gidiyorsun... O ana dair hatırladığım tek ses, kapının kapanış sesi oluyor. Birisi öldüğünde hani sonları düşünür ya insan. Yoo hayır ölümün genç yaşlı demeden gelip aldığını değil... Ya da haksızlık olup olmadığını veya ölümün ona…
Posted: Sat, 13 Nov 2010 22:20:06 +0000
On bir dakika!Ortalama bir çiftin sevişmek için harcadığı zaman bu. Başlangıçtan sona kadar. Buna ön sevişme de dâhil.Çoğu zaman da pek de keyif almadan geçirilen on bir dakika.Öyle saatlerce sabaha kadar sevişmek sadece romanlarda… Birbirini çok seven nadir çiftlerin hayatında bile sev-iş-me iki saati geçmez. Boşalmış çuval gibi serilir iki taraf da.Ön sevişme yoksa sadece bir iki dakika daha yaygın.Tıpkı şarkıda söylendiği gibi. “Sevmek bir ömür süreeer, sevişmek bir dakikaaaa!”Tabii buna sevişmek denmez ama neyse. Bu tür mekanik cinsel ilişkiye, erkeğin kadın bedenini kullanarak yaptığı mastürbasyon diyebiliriz. Kadın bedeni bu kadar kısa süre içinde bırakın orgazm olmayı birazcık olsun haz…
Posted: Sat, 13 Nov 2010 21:51:26 +0000
İnananla bilen arasındaki temel fark ‘bilinemeyen’e karşı tutumlarında belirginleşir. Bilen kişi bilinemeyeni ‘araştırır’, inanan ise onu kendisine dayatıldığı biçimde kayıtsız şartsız kabul eder. Üstelik bilinemeyenin bilinebilir olup olmamasıyla da ilgili değildir; çünkü bir kez zihinsel bakımdan biat etmiştir. Kimi dinseller ise bir yandan, bilinemeyenin her zaman bilinemeyen olarak kalacağına, o nedenle de buyrulduğu biçimde inanmanın gerekli ve ‘erdemli’ birşey olduğuna inanırlar. Sanal-gerçeklikleri mutlak gerçekmiş gibi kabul etmeye yönelik böylesi bir tutumun kendi içinde çelişkili, hattâ mantıksal bakımdan da çarpık olduğuna aldırmazlar bile. Tabii böyle bir tutumun, davranışlarına ne denli yansımış olabileceğine de... Ve giderek kendileri de o türden sanal-gerçekliklerin birer…
Posted: Sat, 13 Nov 2010 20:59:00 +0000
Sonsuz:Sevgili Cem, derKi'nin yeni formatındaki ilk söyleşimiz hayırlı olsun. Gönül ister ki şöyle hafif, kuş-böcek-çiçek tadında bir muhabbet yapalım. Aşktan, mevsimlerden, güzelliklerden bahsedelim. Gönül bahçemizden gelen namelerle şenlendirelim ortamı. Ama işte ne yaparsın ki kurusun huyumuz, yine zorlu bir konuya gireceğiz. Bakalım nereden çıkacağız? Konumuz ise şu: Olan zaten çoktan oldu, o zaman ne diye kasıyoruz. Hani geçen gün telefonda söylemiştin bunu bana: "Oğlum sen çok kasıyorsun, olan zaten çok oldu; uzak ayaklarını da izle" dedin. Benim de içime dert oldu, kurt düştü, günlerce yemedim içmedim, böyleee nasıl diyeyim... Neyse işte anladın. Ne dedin sen yahu, biraz açar mısın? Tüm…
Posted: Wed, 10 Nov 2010 13:55:13 +0000
Ne zaman Atatürk’ün “ Ne Mutlu Türk’üm Diyene!” özdeyişi hakkında” ırkçılığı simgeliyor, kitaplardan kaldırılmalı“ önerilerini okusam veya duysam, aklıma yıllar önce okuduğum bir kitap geliyor. Kitabın adını hatırlayamıyorum zira ne zaman zihnim zorlasam, o anlara dair ancak küçük bir pencere açılıyor. O küçük pencereden hala anımsadığım ise ilginç bulup, altını çizdiğim bir bölüm... Hatırlayabildiğim kadarıyla ne yazıyordu okuduğum kısımda? Okuduğum bölümde Atatürk’ün Hunların Kağanı Attila hakkında okuduğu bir kitapta altını çizdiği kısımdan etkilenerek “ Ne Mutlu Türk’ün Diyene” özdeyişi için ilham aldığı yazıyordu. (1) Hikaye hatırlayabildiğim kadarıyla şöyleydi: “...Bir gün Batı( veya Doğu) Roma elçisi Attila’nın hükümdarlık merkezine gelir ve…
Posted: Tue, 09 Nov 2010 23:34:45 +0000
İstemiyorum resimlerini, Çünkü putlaştırıyorlar seni. Ve her put bilirsin zaten, Uzaklaştırır insanı asıl olandan. İstemiyorum devrimlerini duymak daha fazla; Onlar ki bugüne kadar, Boy boy anlatılan ve hikayemsi… Hele biri var ki Harf Devrimi, Sen bir tahtanın önünde, Latin Harflerini gösterirken… Oysa sadece bir soru yeterdi, Eğer isteniyorduysa Düşünen Türk Genci yetiştirmek: “Harf Devrimi kimlerin gücünü elinden aldı, ey Genç?” İşte o gruptur ki, eninde sonunda, Cumhuriyeti tehlikeye sokacak olan, Ve laikliği. Ki onlar, sakın unutma; Laiklik sayesinde yükselecekler. O sebeple Türk Genci, Sana ezberletilen devrimleri hatırlaman değildir önemli olan, Sor kendine sebebini devrimlerin, Ve sor…
Posted: Mon, 08 Nov 2010 23:35:53 +0000
Bir gün, bir duvar saatinin bulunduğu bir dükkânda oturuyordum. Bir ara gözüm saatlere ilişti. Dört - beş saat bir arada. Fakat hepsi öylesine rastgele kurulduğu için ayrı zamanları gösteriyor. Biri onu beş geçeyi, biri sekiz buçuğu, biri on ikiyi. Saatlere baktım bir süre sonra elimde olmadan kendi saatime göz attım. Gerçek zamanı öğrenmek istiyordum. Sanki hepsi ayrı zamanları gösteren bu saatlerin kafamı karıştırmasından rahatsız olmuştum. Herkes tarafından kabul edilen, ortak bir zaman göstergesine kavuşmak istiyordum.Bulunduğum yerde bir arkadaşımı bekliyordum. Zamanım vardı. Saatler ve zaman üstüne kafamda çeşitli kurgular yapmaya başladım.Her insan kendi isteğine göre bir zaman kabul etse ne tuhaf…
Posted: Mon, 08 Nov 2010 23:28:22 +0000
Güneş 12 burçtaki yolculuğuna devam ediyor. 23 Ekim tarihinde Akrep burcuna girdik ve 22 Kasım’a kadar devam edecek olan Akrep dönemi içindeyiz. Hepimizin haritasında 12 burç yer alıyor ve her ay Güneşin ilgili burçtaki yolculuğundan payımıza düşen farkındalıkları alıyoruz:J Venüs’ün Akrep burcunda geri gidişi Akrep enerjisini 8 Ekim’den beri açmıştı. Daha önce de paylaştığım gibi, karanlık sandığımız alanlarımızı sevgi ile şifalandırmak ve o alanda daha önce fark etmediğimiz ışığı güçlendirmek için çok önemli yardım vardı Venüs’ün bu yolculuğunda. 8 Ekim’den beri önemli farkındalıklar deneyimledik. Kendimizle ve sevdiklerimizle olan ilişkilerimize farklı bir gözle bakabilme yolunda önemli adımlar atabildik. Kendimizi daha önce…
Posted: Mon, 08 Nov 2010 23:14:05 +0000
İlişki koçluğu yaptığım danışanlarımla görüşmelerimizden derlediğim bir masalı sizlerle paylaşmak istedim:Bir varmış, bir yokmuş. Uzak diyarlarda bir ülkede çok çalışan kadınlar varmış. Bu kadınlar ikiye ayrılırmış. Bir kısmı aradığı erkeği bulamamaktan, bir kısmı da bulduğu erkeği değiştirememekten şikayet edermiş.Aradığı erkeği bulamayan kadınların neredeyse hepsinin hayalinde bir düğün fotoğrafı varmış. Kimisi kır düğünü, kimisi salon düğünü istermiş. Düğün nerede olursa olsun, hepsi sadece düğünde en iyi fotoğrafı verecek erkeği ararmış. O erkek; yakışıklı, iyi bir işi, iyi bir eğitimi olan zengin biriymiş. Fakat bu ülkenin kadınları kendilerine "Ben bu fotoğraftaki adamla bir ömür mutlu olabilir miyim?" diye hiç sormazmış. Mutlu bir…
Posted: Sat, 06 Nov 2010 23:50:24 +0000
Gündelikçiler çıktı meydane,Hepsi de birbirinden şahane.Fidan, Nazik, Döndü, Döne,Mevlam her birine kuvvet vere.Nice cevval kadınlar bu evden geçti,Kimisi kapıları bile sildi, kimisi toz almadan gitti.Kimisinin adını andık nesiller boyu,Ne temizlerdi o, ne paklardı o deyu.Kimisi gelir yatardı gün boyu,Ardından çok söylendik devrilsin diye boyu.Hatunun piri bir koluyla çekyat, diğeriyle kanapeyi çeker,Bana mısın demeden yatak odasını düzler."Abla bunu da yapim mi?" demeden,Evi pürüpak, temiz mi temiz, cennet-i mekan eyler.Gündelikçiler çıktı meydane,Hepsi de birbirinden şahane.Fatma, Ayşe, Fincan, Sakine,Mevlam her birine kuvvet vere.Ütü yaptım diye erinme,Pencereye çıktım diye şişinme,Alt komşu çağrırsa apış,Üst komşu çağrırsa yapış.Kaldır şu halıyı, silkele balkondan,Laf ederse yönetici selam söyle…
Posted: Fri, 05 Nov 2010 22:47:09 +0000
Bir zamanlar “bildiğini” sanan bir bilemeyendim. Şükür ki bilmediğimi biliyorum nihayet! Nasıl mı? Evimin bir odasını kitaplıklara armağan etmemi gerektirecek kadar okuduktan, geceler boyu tefekkür ettikten, gündüzler boyu kuytuda hep Özümle hemhal olup sohbet ettikten, karşıma “tesadüf eserleriyle” çıkan güzel gönüllüleri uzun uzun dinledikten sonra… Pek bir şey bilmiyorum evet, ama bildiğim bir şey daha da bilmez duruma geleceğim…Bu bilmezlik hali içinde elbet bilen bir kalp taşıdığım gerçeği kulağıma sık fısıldanıyor “iç ses” tarafından. Ve yine bu bilmezlik hali içinde bilmeyip de emin olduğum (tuhaf bir durum biliyorum!) bazı bilgiler birikiyor, sürekli “eski şeyleri” unutup duran dağarcığımda…İşte bu biriken konulardan…
Posted: Tue, 02 Nov 2010 03:01:05 +0000
Bir ağaç sembolik olarak diğer herşeye göre fazla değişiktir, çünkü üzerinde bütün planetlerin sembolizmini taşır. Belki "bal" ancak biraz, ağaca yaklaşabilir bu anlamda. Ağaç aşağısı ile yukarısını birleştiren bir sembol. Klasik astrolojide doğadaki her nesneyi bireysel gök cisimleri yönetirken (Güneş, Ay, Merkür, Venüs ve Mars) kollektifler ve genel sembolizm : Satürn ya da Jüpiter’dir.Bir ağaç, üzerinde her sembolü barındırır : meyve bir jüpiter iken, dallar merkür, tohumlar Venüs gibi gidiyor, çiçekler, rizomlar, yapraklar, ve hatta ökse otu.. Bu arada ökse otu bir değişkendir, kaotik evrenin şansınıza düşeni Herşeyi doğru yapsanız bile başınıza bela olur... hayır klorofile kadar inmedim, o…
Posted: Tue, 02 Nov 2010 02:36:35 +0000
İnsanın dört boyutu ya da bedeninden sözetmiştik. Sırasıyle her bedenine ilişkin algısı geliştiğinde bir sonraki bedeninin (ya da boyutun), kendinde zaten var olan izlerini bulabilecek duruma ulaşılır. Örneğin fiziksel bedenini bilme va anlamada geliştikçe, onun ötesindeki ruhsallığına erişir, bulur; onda gelişim sağladıkça astral ve eterik boyutlarla, o boyutlara ait kendi varoluşunu kavrar. Zamanla zihinsel anlamdaki (ve o düzeye ilişkin olan gelişmiş farkındalığı ile) bedeninin/boyutun/ya da varoluş aşamasına ait idrakin aşılması o kişiyi, sırasıyle daha sonraki aşamalarda kavranabilecek olan nedensel-bilinçsel-kozal bedenlerine ve o boyutlara ilişkin varoluşun idrakine götürür… ‘Tekâmül’ün süreci böyle işler… Tekâmül, adı üstünde ‘kemâle erme yolu’dur. Erişilebilecek her üst…
Posted: Tue, 02 Nov 2010 01:34:49 +0000
Ulusal bayramlar neredeyse tüm batı ülkelerinde aynı biçimde kutlanıyor. Bildiğim kadarıyla 1789 yılında Bastille Hapishanesi’nin ele geçirildiği 14 Temmuz Günü’nden sonra atılan adımlar Fransız Cumhuriyeti’nin de ilk adımlarını oluşturdu. Özgürlüğün ve halkın kendini yönetmesinin önemini vurgulamak, 14 Temmuz Günü’nün tüm dünya tarihindeki önemini vurgulamak umuduyla da her yıl aynı gün bando mızıka eşliğinde kutlanmaya başlandı. Anlayabildiğim kadarıyla bando mızıka o zamanlar en önemli değerlerden biri olan cesareti desteklemek, coşkuya yol açmak için iyi bir araçtı ve kullanılmaya o yüzden başlandı. Yine bildiğim kadarıyla, Fransızları 1917 yılındaki Bolşevik Devrimi’nden sonra kurulan SSCB’nin Kızıl Ordu Koro ve Bandosu devrim kutlamalarında halkın tempo…
Posted: Tue, 02 Nov 2010 01:17:18 +0000
Sabah uyanıyorum ve gözlerimi tam olarak açabildiğim ilk anda: “Yüce Yaratan öncelikle bugün bana vermeyi reddettiğin şeyler için sana teşekkür ediyorum. Hamt OL’sun. Sen vermeyi uygun görmemişsen vardır bir hayır benden de gelen gönülden rızadır” diye günlük duama başlıyorum. İkinci adımda o gün için istediklerimİ, beklediklerimi dille getiriyorum. Bunları OL’sun diye niyazda bulunarak dile getirmek yerine “Yüce Yaratan bugün sağlığımı, bereketimi, anlayışımı, sevgimi, huzurumu ve güvenimi % 100 de tutmama izin verdiğin ve bunu sağladığın için sana hamd OL’sun” tarzında istediklerimin zaten orada olduklarını bilen, iman eden parçamla birlikte ortaya koyuyorum. Üçüncü adımda “Var OL’AN her şeye % 100 EVET,…